Tarih: 28.05.2019 00:00

Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı

Facebook Twitter Linked-in

Ordinaryüs Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı – Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Tarih Kurumu Yayınları 3.Baskı 1988 (1. Baskı 1965, 2.Baskı 1984)
19 sene sonra 2.baskısı yapılmış. Bilime ilgiyi burada görebiliyoruz.
Osmanlı Devletinin
İlmiye Teşkilâtı


SAHN-I SEMAN MEDRESELERİ
Fatih Sultan Mehmet … medreseler yaptırmağa karar verdikten sonra bu işe güzel tahsil görmüş olan Vezir-i âzam Mahmut Paşa’yı memur ederek derhal işe başlattı.(Âli, Künhü’l Ahbar, s.22) ..1463 Şubatta başlayarak 1471 Ocakta, yani sekiz senede bitti. Talebe yetiştirmek üzere 8 medrese daha yaptırdı. Misafirlerin hayvanları için ahırlar inşa ettirdi. ..bir imaret ile taamhane, darüşşifa denilen hastahane (1) caminin kuzeyinde Kur’an okunmak için bir muallimhane ve caminin batı tarafına medrese talebeleri için kütüphane ve yine aynı tarafta ders okutmağa mahsus darüttalim ve iki mükellef hamam yaptırdı. S.5-6
1530 Temmuzunda Şam’dan İstanbul’a gelmiş olan Bedreddin Mehmed b. Radüyieddin Gazzi seyahatnamesinde Fatih Camii, medrese ve imaret hakkında şunları yazıyor:
“Fatih hazretleri İstanbul’da âsâr’ı âliye vücuda getirmiştir. Bunların sekizi medraris-i Semaniye’dir. Bu medreselerin müderrisleri bilâd-ı Rum’un en büyük âlimleridirler. Eserlerinden biri de Fatih imaretidir ki orada fıkara ve talebe it’am ediliyor, misafirler, gelip geçenler, hattâ yerliler bile orada yiyip içerler; bunlara sabah ve akşam yemek verilir. Taam hususunda erkek kadın tefrik edilmez. Fatih camii yüksek bir camidir. Eserlerinden birisi de Mâristan (hastahene)dir. Ki imaret tarzında bir medresedir, etrafında hastalara mahsus odalar vardır. Bu Mâristan görülen şeylerin en şâyan’ı hayret olanıdır. Bundan daha güzel, daha bedii bir bina tasavvur edilemez. Bu mâristanda kantarlarla şuruplar , kehiller, macunlartıp kanunnnuna göre hazırlanmış ilaçlar, koyun etleri, çeşitli kuş etleri, yataklar. Örtüler, elhasıl ne lâzımsa mükemmel surette ihzar edilmiş şeyler var. Hastaları tedavi için en mahir etıbba,iş bilir hüddamlar tayin olunmuştur. Müracaat edenlere her gün o kadar ilaç verilir ki deftere sığmaz.”
Sekiz medreseden her birinin on dokuz odası vardı, sekiz müderristen her birinin birer odası ve elli akçe yevmiyesi vardı;bundan başka .beşer akçe yevmiye ile bir oda ve ekmek ve çorba verilmek üzere sekiz medreseden her birine birer muid (müzakereci asistan) verildi. Her medresenin on beş odasına ikişer ikişer akçe yevmiye ve imaretten ekmek ve çorba verilmek üzere birer danişmend konuldu, geriye kalan iki oda da kapıcılara, ferraş denilen süpürgeciye tahsis edildi.
(Sekiz sahn medreseleri talebelerine danişmend ve sekiz Tetimme (orta tahsil) medresesi talebelerine softa deniliyordu.

  1. asır başlarında bir medrese kanunnamesinde medreseye devam edenlerin mürettep medrese tahsili yapmadan bir yolunu bularak iltimas ile medreseden mezun olup müderrislik ve kadılık için Vilayetlerden İstanbul’a mülazemete (staja) geldikleri beyan olunduktan sonra bir medrese talebesinin müderrisinden almış olduğu vesikayı bir yukarı dersin müderrisine göstermedikten sonra derse kabul edilmemesi beyan olunarak …. (Bozulmanın başlangıcına dair ilk belirtiler)s.13 Devamında şunlar yazılı: “1 Şubat 1576’da İstanbul, Edirne ve Bursa kadılarına ve onlar vasıtasıyla müderrislere hitaben gönderilen bir fermanda medrese talebelerinin nizamı bozulup istihkakı olmayanların medrese derecelerini görmeden süratle danişmend (kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimse) olarak mülazim (tahsilini bitirip, stajyer) olmak sevdasıyla medrese kanununa aykırı yol aldıkları beyan edilerek şöyle deniliyor: “…Danişmend olduktan sonra üç yıl bittamam şugl ettiği şuhud-ı udul ile yanlarında sabit olmayınca anun gibileri danişmendliğe kabul etmiyeler; şöyle ki bu emr-i şerife muhalif vazı’ları sadır olursa danişmend tâzir (aşağılama- dövme-hapis) olunup tarikten red oluna ve kabul eden müderris dahi muâteb ve mâzul (işten çıkarıla-kovula) ola…s.14
    Hariç elli medreselerinde akalli beş ay şugl edip ve derslerin derslerin okumadan yukarın medreselere varmayalar, ve paye-i sahn medreselerinde (dahil medreseleri) akalli altı ay şugl edip derslerin okumadan ahâr müderrise varmayalar ve beyan olunduğu kanun üzere danişmendlerin şugl (iş) ve hareketleri şühûd-ı (şahitler) udul (sapma-yoldan çıkma) ile sâbit olmadan müderrisin dahi anları kabul etmiyeler. (Burada danişmend kelimesi medrese talebesi demektir.)s.14.
    Mevali: Mevleviyet payesine ulaşmış sarıklı alimler. (azat edilmiş köleler)
    Medreselerde okutulan dersler:
    1.Haşiye-i tecrid medreseleri : Haşiye-i tecrid okutulur.
    2.Miftah medarisi: Şerhi miftah okutulur.
    3.Kırklı ve hariç medreseleri: Eski hükümdarlara, oğul ve aile ve kızları ve ümeraya ait medreseler olup “şerhi miftah, şerhi mevâkıf, fürudan hidaye, buhari ve müslim’den bir hadisi okuyup” izahtan sonra dersini takrir verirdi.
    4.Dahil elli medreseler: Osmanlı pâdişahları ile şehzade valideleri, pâdişah kızları, şehzadelere ait medreselerdir. Aşağıdan, Fürudan hidaye, ortası usul-i fıkıhtan telvih ve alası keşşaf (zamahşeri) veya Kadı Beyzavi tefsirlerinden birinden ders okutulur.
    Müderrislerin terfileri itibarıyle de bu medrese dereceleri esastı. Haşiye-i tecrid medresesi müderrisi terfi ederse miftah medresesi müderrisi olur, sonra ehliyetini ispat ederek kırklı veya Hariç müderrisi, Dahil müderrisi ve nihayet Sahn-ı Seman Müderrisi olurdu. S.19-20
    Dersler: Ulum-i aliyye denilen kelâm, mantık, belâgat, lûgat, nahiv, hendese, hesap, heyet -, felsefe ve hattâ tarih ve coğrafya… İlmi aliyye ismi verilen ilmi Kur’an, ilm-i hadis, ilmi fıkıh tahisline vasıta olan ilimlerdir. Hendeseden Allame Şemseddin Mehmed Smerkandî’nin Eşkalü’t-tesis ile Kadızade Rumi’nin eseri okutulurdu.
    İlm-i hikmet veya felsefenin 16. Asır sonlarına yakın zamana kadar medreselerimizde okutulduğunu ve bu ilme dair Şemseddin Molla Fenarî, Kadı-zâde-i Rumi, Hoca-zâde, Ali Kuşçu, Müeyyed-Zâde Abdurrahman, Mîrim Çelebi,İbn-i Kemal, Kınalı-zâde Ali Efendinin eserleri olduğunuKâtip Çelebi kaydettikten sonra bâzı Şeyhülieslâmların dinî akidelere muhaylif olduğundan bahis ile felsefe tedrisatını men ettirdiklerini ve bunun yerine zaten medreselerde kutulan hidaye ve ekmel-i koydurarak bunun Osmanlı medreselerinin fikrî inkırazınasebep olduğuun yazmaktadır. (Keşfü’z-zünun c.1.s.680)
    Mutalaa:
    İlm-i kelâm denilen ilim, Abbasiler zamanında İslâm âlemine girmiş olan Yunan-ı Kadimin fizik, metafizik, matematik, kimya ilimlerinden bahseden ve akli ilimlerin telkinlerini ihtiva eyleyen bir fikir mecmuasıdır. İlm-i kelâm İslâm âleminde derhal taammüm etmemiş ve ibtida bu hususta Mûtezile mezhebine mensup âlimler tarafından tedris ve müdâfaa olunmuştur. S.23
    AKAİD: Zatullah, sıfatullah, ef’ullah haşr, azab-ı kabir ve münker nekir suali, sırat, mizan, cennet ve cehennemin hak olduğunu bildiren ilim olip her biri delilleriyle izah ve tafsil edilmiştir.
    İlmi ilahi ve ilm-i hikmet (felsefe) reisleri: ise Yunan-ı kadimde Aristo ve Eflâtun ve İslâm âleminde de Fârâbî, İbni Sîna, İbn Rüşd, Fahreddin Razi vb. dır. Kelamcılar ile ilm-i ilahi mensupları arasında ilmi mübaheseyi havi tehafüt ismiyle meşhur en eski eeseri Gazali (vefatı 1111)olup onyerdi meselede hükemanın bidatlerini beyan ve üç meselede küfürlerine hüküm eylemiştir. Tekfiri mucip üç meseleden birisi Allah’ın cüziyata âlim olmadığı, ikincisi cesedin haşrini inâr etmeleri ve üçüncüsü de âlemin kıdemine kail olmalarıdır.(Mevzuat-ül ulûm c.1.s.632)
    Fatih Sultan Mehmed; İmam-ı Gazalî ile İn Rüşt arasındaki mübahase hakkında birer eser yazmalarını Ali Tusî ile Hoca-zâde Bursalı Muslihhuddin Mustafa’ya emretmiş onlar da bu hususta iki tarafın mutalâlarını tetkik ederek birer risale kaleme almışlar ve Gazalî’ye hak vermişlerdir.
    Bunlardan Hoca-zâde’nin tetkiki daha kıymetli olup meşhurdur. Dr.Mübahat Türker’in üç tehafüt bakmından felsefe din münasebeti 1956’da Ankara’da basıldı. S.24
    İlm-i kelâm, muhakeme ve akli delillere istinad ettiğinden dar görüşlü mezhepler bu ilme karşı mücadele etmişlerdir. Kuzey Afrika’daki Murabitin hükümdarlarından Ali b. Yusuf b.Taşfin (1107-1143M.) İmam-ı Gazalî’nin eserini yaktırmış ve hattâ maliki mezhebine mensup âlimler kelam ile iştigalin küfr olduğunu bile ilan etmişlerdir. S.25 uzunçarşılı.

Süleymaniye külliyesinin inşaatına gümüş osmanı akçesi olarak 537 yük ,82 bin 900 akçe (bir yük:100 bin akçedir) harcandı.
Süleymaniye imaretine misafir olarak gelenler üç gün kalıp yer, içer, yatar para alınmazdı. Misafirlere pher gün 50 dirhem bal, beş kişiye bir sofra olmak üzere 40 sofra yemek verilirdi. Misafirlerin her bir hayvanına bir şinik (7 kg) arpa verilirdi. Misafirlere derecelerine göre ikram edilecek ve güler yüz gösterilecekti.
Müderrisliğin ilk kademesi “Kibarı-ı müderrisin”, bunun bir derece üstünde Hamise-i Süleymaniye Müderrisliği, onun üstünde Süleymaniye’nin dört medresesinden birinin müderrisliği, en üst derece ise Darül-hadîs müderrisliği idi. Darül Hadis medresesi üstünde müderrislik olmayıp buranın müderrisi arzu ettiği taktirde mahreç mevleviyetleri denilen Kudüs, Halep, Eyüp, Selanik, Galat, İzmir, Sofya, Trabzon ve Girit kadılıklarından birisine tayin olunurdu. S.38 uzunçarşılı
Osmanlı Medreselerinde okutulan dersler:
Mantık, kelam, belâgat,Usuli Fıkıh, Akaid, Hadis, Cedel-ikna usulü,Hilaf (hasmı ilzam eden ilim) Medrese derslerinin İslâm aleminde aşağı yukarı hemen her birinin aynı bir program dahilinde ve aynı metodla tedris edildiğini ve tatil günlerinin birbirine benzediğini görmekteyiz. S39 uzunçarşılı.
Müderrislerin dereceleri:
Haşiye-i tecrid -20-25 akçe yevmiyeli.
Miftah 30 akçe yevmiyeli
Kırklı -35 akçe yevmiyeli
Hariç elli- 50 akçe yevmiyeli
Dahi elli – 50 akçe yevmiyeli
Sahn-ı seman -60 akçe yevmiyeli olmak üzere 6 dereceye ayrılırdı.
Şimdikine benziyor. Araştırma görevlisi, yardımcı doçent Dr, Doçent Dr. Profesör Dr, Ordinaryüs Profesör Dr.
Tedris kanunnamesine göre, aşağıdan yukarıya yani Haşiye-i tecrid medreseseinden başlayarak muhtelif medrese derecelerinde mantıktan şerh-i şemsiyşe, kelâmdan Haşiye-i tecrid, belâgatten Mutavvel, kelâmdan Şerh-i Tevalî, belâgattan miftah, usul-i fıkıhtan Tavzih ile bunun şerhinin şerhi olan Telvih v e yine usul-i fıkıhtan Adud şerhi ve fıkıhtan hidaye ve en son tefsir dersleri okutuluyordu. S.30 uzunçarşılı
Medresede okutulan derslere bir örnek:
Taşköprülü-zâde AHMED İSAMÜDDİN EFENDİNİN OKUTTUĞU DERSLER:
1495 doğumludur. İlk tahsilinden sonra medrese dersine Arapça Lugat ezberlemekle başlamıştır. Sonra Molla Alauddin Yetim’den sarftan maksud, İzzî Merah isimlerindeki muhtasar kitapları ve nahivden avamil, misbah ve kafiye ile bunun şerhlerinden Vafiye, Haruniye ve Elfiye’yi okumuştur. S.40
Bundan sonra amcasından sarf, nahiv, lügat ve bunların kavaidinden bahseden Dav-ül Misbah ve mantıktan İsaguci ile yine mantıktan Hüsam ve şemsiye şerhini görmüştür. Haşiye-i Tecridi dayısından, miftah şerhini Fenarî-zâde Muhittin Çelebi’den, Mevakıf Şerhini Seydi Muhiddin Efendi’den gördükten sonra Tunuslu Şeyh Mehmed Meğuşî’den hadisten Sahih-i Buharî ve yine hadisten Kadı İyaz’ın Şifasından birer miktar okuyarak münazara ilminden Cedel ve Hilâf derslerin gördükten sonra bunlardan icazet almıştır.
Bunlar bir medrese talebesinin nasıl yetiştiğini göstermiş olması itibarıyla dikkate şayandır. Bir de bu zatın müderris olup medreseden medreseye terfi dereken ve bu medreselerde okuttuğu derslere bakalım:
Ahmed İsamüddin Efendi 1525’te 30 yaşında iken ilk defa Dimetoka’da Oruç Paşa Medresesine müderris olmuştur. Bu tarihlere göre 10 sene medrese tahsiil gördüğü düşünülebilir.
Taşköprülü-zâde Haşiye-i Tecrid medresesinde belâgatten telhis şerhi olan Mutavvel’i başından umurı amme’ye kadar okuttuktan sonra Seyyid Şerif Cürcanî’nin feraiz şerhini de tedris etti.
İstanbul’da miftah medreselerinden Hacı Hasan Medresesi Müderrisliğine terfi eden Taşköprülü-zâde burada fıkıhtan kitab-ı Bey’a kadar Sadr’üşşeria’yı ve belâgatten evvelinden icaz ve itnap bahislerine kadar Miftah şerhini ve umuru ammeden vücub ve imkâna kadar da Haşiye-i tecridi ve başından sonuna kadar da hadisten Mesabih’i okuttu.
Taşköprülü-zade terfi ederek Üsküp’te 40 akçe yevmiyeli medreselerden İsabey medresesi müderrisliğine tayin edildi. Burada hadis’ten mesabih ile Meşarık’ı ve Usul-i fıkıhtan Sadettin Taftezani’nin eserini tamamen ve fıkıhtan Sadrüşşeria’yı kitab-ı bey’i den sonuna kadar ve Seyyid Şerif’in Feraiz şerhini ve miftahını fenn-ni beyandan nihayetine kadar takrir eylemiştir. 41

1536’da İstanbul’da, 40 akçeli medreselerden Kalenderhane medresesi müderrisliğine nakledildi. Burada Mesabihi,ievvelinden kitab-ı büyu’a kadarve mevakıf şerhini vücub ve imkan bahsinden Âraz bahsine kadar ve Sadrü’ş-şeri’adan bir miktarını ve Miftah şerhinin bazı yerlerini ve Miftah şerhini, Feraiz’den: Seyyid Şerif Cürcanî’nin Feraiz şerhini, Usul-i fıkıhtan:Tenkih, tavzih ve telvihi, Fıkıhtan: Hidayeyi; Hadisten:Mesabih, Meşarık ve Sahih-i Buharî’yi. Tefsirden:Beyzavî’yi okutmuştur.
1537’de Hariç Müderrisliği ile Koca Mustafa Paşa Medresesine terfi eden İsamüddin Efendi daha evvelki medresede bıraktığı kitab-ı büyû’dan sonuna kadar Mesabihi nakletti ve bundan başka evvelinden kitab-ı zekâta kadar hidaye’yi ve ilâhiyattan (kelâm’dan mevakıf şerhini tedris etti. S.42
1539 Martında Dahil müderrisliğine yükselerek Edirne’de Üç Şerefeli Müderrisi oldu. Burada Sahih-i Buharî’den bir cildini takrir etti ve bir evvelki medresede hiidayeden bıraktığı Zekât bahsinden kitab-ı hacc’ın sonuna ve usul-i fıkıhtan Telvih’i başından taksim-i evvel bahsine kadar okuttu ve beş ay sonra Sahn-ı Seman müderrisliğine yükseldi.

++Taşköprülü-zâde 1539 Ağustosunda tayin edildiği Sahn müderrisliğinde Sahih-i Buharî’yi iki kere tamamıyla ve Kadı Beyzâvi tefsirinden Bakara suresini ve Hidayeyi, Nikâh bahsinden büyûa ve telvihi üç şerefeli medresesinde bırakmış olduğu taksimi evvelden mebahisi ahkâma kadar okuttu.
Müderrisimiz 1544’de buradan terfi ederek altmışlı medreselerden Edirne’de Sultan Bayezid medresesi müderrisi oldu. Burada Sahih-i Buharî’den üçte birin nakletti ve hiidayeyi kitab-ı büyû’dan kitaı şifa’ya ve telvihi Sahn-ı seman medresesinde bırakmış olduğu mebahis-i ahkâmdan sonuna kadar ve mevâkıf şerhini ve feraiz şerhini tashih bahislerine kadar tedris eyledi. 3 Ekim 1545’da Bursa Kadılığına tayin edildi ve 1547 Ağustos’unda ikinci defa Sahn-ı Seman müderrisliğine getirildi.
12 Ekim 1551’de İstanbul kadısı oldu. 1554’de gözleri görmez olduğundan kadılıktan çekildi.

Bazı müderrisler de ihtisaslarına göre mesela mantıktan şerh-i metali, şerh-i şemsiye ve diğer mantık kitaplarını ve belâgatten mahtusar (şerh-i ztelhisül miftah), kelamdan tevali şerhi, usul-i fıkıhtan muuuuuuuhtasar-ı münteha şerhi olan şerh-i adud, tefsir’den Keşşaf (Zamahşerî) gibi muhtelif eserler oukturlardı. S.44 uzunçarşılı

S.43. Uzunçarşılı.
Meşarık-ül Envar 1252’de vefat etmiş olan İmam Raziyüddin Hasan- Saganî’nin telifidir. Bu eserde 2252 hadiş vardır.Bihelli hadiste Şeyheyn ittifak etmişlerdir… İsmail Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı. Sayfa 41 (Yani 2252’den 1202’sinin, yarıdan çoğunun hadis değil uydurma sözler olduğu gibi bir resim var.)

Haşiye-i tecrid medresesinden başlayarak çeşitli hocalardan dersler alarak ve nihayet hariç ce dahil medreseleri derslerini gördükten sonra arzu eden sahn-ı seman ve Süleymaniye medreselerine devam eder ve burayı bitirdikten sonra icazet alır yani kendisine müderrislik edebileceğine dair diploma verilirdi.Bundan sonra üderris namzedi nevbet denilen müderrislik veya kadılık almak için sıra bekler. Anadolu için Anadolu kazaskerinin, veya Rumeli için Rumeli kazaskerinin muayyen günlerindeki meclisine devam edip matlap denilen deftere (ruzname’ye) adını kaydettirirdi. Yolunu bulanlar sıra beklemeden mülazemete geçerdi. Padişah cüluslarında veya padişahın ilk seferinde ve muzafferiyetlerde ve şehzade doğuşlarında da mülazemet verilirdi. S.45 uzunçarşılı. Şeyhülislam ile pâdişah hocaları yirmişer danişmendi mülazım kaydederlerdi. Sultan 3. Mehmed 1595’te Şeyhülislam Bostanzade’ye hürmeten bundan sonra şeyhülislamların 30 mülazım vermelerini irade etti. (Selaniki Tarihi Varak 282 b.)-BASILMAMIŞ.
Şehzade hocalarının ikişer mülazım vermeleri kanun iken Kanuni’nin oğulları Selim ile Bayezid’in ricaları üzerine 1556 ‘dan itibaren bunların da üçer mülazım vermeleri kanun oldu. Mühimme defteri.s.114-258
Mekke ve Medine7nin eski kadısı, Süleymaniye Darülhadisi’nden emekli Kâtip-zâde Zeynelâbidin efendi’nin kazaskerler gibi nevbetten 10 mülazim vermesi ferman olundu. Şakayık Zeyli. Atayî .s.457

Mülazemet kanununa aykırı olarak Kanuni Sultan Süleyman, kendisine güzel kasideler takdimiyle teveccühünü kazanmış olan Şair Baki’yi sıra bekletmeden mülazım defterine kaydettirerek bir sene sonra 1563’te 25 akçe ile Haşiye-i Tecrit müderrisliğine tayinini emretmiştir. Rumeli Kazaskeri Hamid Efendi doğru olmadığını arz ile itiraz etmiş ise de Pâdişah katî olarak emredince Baki efendi 1564 mayısında 30 akçe ile Silivri’de Piri Paşa medresesi müderrisliğine tayin edildi. S.46 uzunçarşılı

Mülazemet usulünün bozulması:s.48:
1598’de müderrislik ve kadılık oyul olan ilmiye teşkilatında şöyle böyle mevcut bozukluk arttı. Bu tarihe kadar medreselerde talebeler dersleri gördükten sonra mezun olup mülazemetle müderris ve kadı olmak için nöbet usulüyle matlab defterine kaydedilerek sıra beklerken bu tarihten itibaren mülazemet alenen para ile elde edilmeğe başladı. Voyvodalar, subaşılaron bin akçe mukabilinde mülazemet atın alarak tahsil görmeden kadı olmağa başladılar. Bunlardan başka, şeyhülislam, kazasker, pâdişah hocası ve bazı büyük mevleviyet(taht) kadıları, vezir ve beylerbeyi evlatları bulûğ yaşı sayılan 14, on beş yaşına gelmeleriyle onlara da İstanbul rüsuu verilmesi kanun oldu. Bunlardan şeyhülislam oğulları mülazemet ve nöbete girmeden birden bire ehliyeti haiz müderrislere verilecek olan hariç müderrisi derecesine çıkarıldılar. VE bir müddet sonra kanunun tebdiliyle bunhların Dahil müderrisi olmaları kabul olundu. Kazasker oğulları 40 akçeli ve İstanbul Kadıları oğulları da 25 veya otuz akçelik Haşiye-i tecrid ve miftah medreseleri müderrisi oluyverirlerdi. Hal.buki buraları senelerce ders görüp uzun müddet mülazemet ve nevbet bekledikten sonra 25/30 akçe ile müderris olanların yerleri idi. S.48-49 hattâ eskiden aynı evsafı haiz olanlar birden ziyade ise aralarında imtihan yapılırdı. Atayi.s.323
Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri kanun üzere her altı ayda bir kere mülazemet verirlerdi.Bu yüzden iltimaslı birçok cehele ilmiye mesleğine girerdi. (Raşit Tarihi c.4,S.50)
Cehele: Cahil, ilimden mahrum
Mülazemet:müderris namzetliği
İlmiye sınıfının bozukluğunu düzeltmek için 18. Asır başlarında Veziriazam Damat (şehit) Ali Paşa bazı teşebbüslerde bulundu: Raşit tarihi 4.cilt s.47 sene 1127
“Tarik-i ulemada mülazemet hususu bir az zamandan beri nizamsız olarak ehil ve nâ-ehle bakılmayıb salây-i âm olmağla kudret-i maliyesi olanlar beyninde müzayede ve her k im ziyade akçe verir ise anın muradına müsaade olunup vilâyet-i Anadolu’da olan haşerat çift bozarak birkaç akçe peyda ettiği saat anınla bir mülazemet iştira edip kat-ı tarik etmeleriyle cehele iş görüb mülazemet arzusunda bulunan erbab-i istihkaka var muid ve muzaf ol sözüyle rah-i ümitlerine sedd-i sedid çekilir idi” mütalaasını yürüttükten sonra ilmiye mesleğinin ıslahı için rikab-i hümayun kaymakamlığına gönderilen hatt-ı hümayun suretini kaydetmektedir.
Sen ki Kaymakamsın:
Tarik-i ulemadaehil ve nâ-ehle bakılmayıb keseret-i mülazemet verilmek ilm-i şerifin adem-i rağbetine mezelletine bais olmağla fî-mâbâd bî-vech bahane ile mülazemet verilmeyib ancak medaris ve mevleviyette mansıb ve hareket vukuunda vazı kadimisi ne ise mûtad üzere verilecek mülazemetlerin vakitleri gelidket veyahut bir müstahikka mülazemet verilmek iktiza ettikte şöhret-i şayiası, kaç ayşında olduğu ve kimden okuduğu ve ne okduğu efendiç daimizin (şeyhülislamın) malûmı olub ve işareti olduğu malûmun olduktan sonra rikâb-i kâm-yâbına arzeyliyesin ve mülazemet arz olunan, ulema-zâdeden ise ancak kiimin oğlu olduğu arz olunmak kifayet eder, kaç yaşında olubve ne okuduğunu ilâma hacet yoktur:” Raşid Tarihi c.4, s.48
Ulema oğulları hakkında eskiden beri devam edip gelen kanuna dokunulmaması ve yalnız ulemadan kimin oğğlu olduğu sorularak yaşının ve tahsilm derecesinin sorulmaması imtiyazlı cahil ulema-zâde sınıfının devamını mucib olmuştur. S50 uzunçarşılı.
Buzalmanın önlenmesine dair hattı hümayunlara rağmen sadaret kaymakamı Mehmed Paşa Şeyhülislâm menteş-zzâde Abdürrahim Efendi’ye ısrar ederek on yaşını henüz geçmiş olan oğluna Dâhil Müderrisliği almağı ihmal etmemişti. Sadr-ı âzam Damad Ali Paşa Mora seferinden döndükten sonra bu münasebetsiz hali haber alınca pek ağır ve pek acı sözlerle şeyhülislâmı hırpaladığı gibi çocuğun adını da müderrislik defterinden sildirerek yerine layık birisin tayin ettirmiştir. (Raşid Tarihi c.4, s.169 sene H.1127,-M.1715 )
1.Mahmud zamanında (1750 Nisan’ında yine medreseler ile mülazemet işinin tanzim ve ıslahı ve ehliyeti olmayanlara müderrislik ve mülazemet (Kadı namzetliği) verilmemesi hakkında bir hattı hümayun sadır olmuştur. Raşid Tarihi c. S.169 sene 1715
!BMahmut bozulmuş olan ilmiye sınıfının ıslahı için afif ve dürüst bir zat olan Seyyid Murteza Efendi’yi Anadolu Kazaskeri iken Şeyhülislâm yapmıştı. Filhakika Mürteza efendi bu hususta hatıra gönüle bakmayarak epi faaliyet gösterip bir dereceye kadar muvaffak oldu ise de yüksek ilmiye rütbesini haiz ulemanın evladı olan zadegân sınıfının mürettep tahsil görmeden müderris oymaları usulünü kaldırmağa muvaffak olamadı.
BELGE:
1788’da sefere gitmekte olan Sadrı âzam Koca Yusuf Paşa’nın Şeyhülislâmın oğluna yüksek bir müderrislik verilmesine müsaade edilmesi hakkında 1.Abdülhamid’e bir takriri:

“Şevketlû, kerametlû, kudretlû velinimetim efendim Pâdişahım Meşihat-i İslâmiyye mesnedinde kaim olan duacılarının evlatları medreseleri ötedenberi birkaç rütbe ilerüce terfi âdet olub ancak halen mesned ârây-ı fetva olan semehatlû efendi daileri akran ve emsali meyanında kemal-i akl ve edeb ve iffet ve fart-i hicab ve haya ve kanaat ile mevsuf olmak hasebiylebu ana dek hakkında sünuh eden birr ü atıfet ve mekatim ve re’fet-i şahaneden vücuhla mahcub ve şerm-sar olduğundan bu bapta izhar-ı teeddüp ve iffet ve ibrâz-ı şerm-ü phica ve teşxekkür ve kanaat edib yüz yıl dursa mahdumı hakkında ol makule adeti kal-u kaleme getiremeyeceği nümaşyan olduğuna binaen kariha-i sahiha-i hüvrevânelerinden olarak müşarünileyhin mahdumları medresesi birkaç mertebe terfi buyurulur ise her veçphile kendûlere bais-i tezayüd şevk ve hahisi olub kavmi beyninde derkâr olan nüfuz ve itibarı birkaç mertebe âşikâr olacağı ….”
Bu takrire derkenar olarak Yusuf Paşa; “Bu hususu Der-i Saadettete arzedecek iken sefer gailesiyle unutulduğunu kaydetiştir. Takrir’in üzerine 1.Abdülhamid: “Gerek mülâkatımızda ve gerek tahrir-i hümayunda mukaddem yazmıştım; bu defa elbet emrim ısdar ve nizam veririm. Heman Allahü teala ilâ âhirü’l ömr mesned-i fetvada karar nasib olmuştur. “Tamam yerini bulmuş bir zat-ı şeriftir” hatt-ı hümayuniyle Şeyhülislâm hakkındaki teveccühünü göstermiş ve tabii oğlunun medresesini yükseltmiştir. (Başvekalet arşivi, Hatt-ı Hümayun vesikaları sandık 7, hatt-ı hümayun Numarası 122) uzunçarşılı.s.53
Müderrislik:
1528’de Sahn-ı seman müderrisliklerinden birisi inhilal ettiğinden bu müderrisliği sahn pâyesinde olan Edine Darül Hâdîsi müderrisi Üsküb’lü İshak, Edrine Üç Şerefeli Müderrisi Çivi-zâde Mehmed ve Bursa Sultaniye müderrisi İsrafil-zâde-Fahreddin Efendiler talip oldular. Rumeli Kazaskeri Fenâri-zâde Muhyiddin ve Anadolu kazaskeri Kedri Efendilerin huzurmlarıyla Ayasofya camiinde yapılan imtihanda Usul-i fıkıhtan telvih ve tavzihten taan-ı râvi’den ve kelâmdan şerh-i mevkıftan itimad (el maksad-üs salis fî’l îtimad) bahsine ve niiidaye(fıkıh)den ribevaya dair sorulan suallere cevaplar kaleme alınmıştır. Bunlardan her birisinin verdiği cevap görülüp kendilerine de gösterildikten sonra ve her bir müderris kendisinin verdiği cevaba dair aralarında münazara yapmışlardır.
Bunlardan Çivi-zâde muvaffak olmuş ise de Fenarî-zâde Muhyiddin Efendinin ceddi Molla Fenarî’ye karşı hürmetsiz hareketi sebebiyle hakkını kaybetmiş ve İsrafilzade surunu çalarak Sahn müderrisi olmuştur.uzunçarşılı- s.64 Şakayık tercümesi. 447-48,470. Atayi s.134
MEDRESELERİN BOZUMASI:

  1. asır sonlarına doğru hem müderris kalitesi itibariyle ve hem de tedrisat ve talebe cihetiyle medreseler bozulmağa başlamış, seneler geçtikçe bu bozukluk artarak devam etmiştir. Medreselerin bozulmasında tefekkürü faaliyete getirecek olan matematik, kelam ve felsefe (hikamiyet) gibi aklî ilimlerin terk edilerek bunların yerine tamamen naklî ilimlerin kaim olması birinci derecede âmil olmuştur. 16. Asır sonlarına yakın zamanlara kadar Osmanlı medreselerinde ulûm-ı akliyeden ilm-i hikmet (felsefe) dersi okunup bu ilme dair Şemseddin Molla Fenarî, Kadı-zâde-i Rumî, Hoca-zâde, ali Kuşçu, Müeyyed-zâde Abdurrahman, M3irîm Çelebi, İbn Kemal ve Kınalı-zâde Ali Efendiler gibi 15 ve 16. Asırlardaki mütefekkir âlimler tarafından kıymetli eserler telif edilip okutulduğu halde sonra bazı şeyhülislâmların telkinleri ile hikmet dersi medreselerden kaldırılarak bunun yerine zaten mevcut olan fıkıh, usûl-i fıkıh ilimlerine geniş yer verilmiştir.(Keşfi Zünun Maarif vekaleti tabı s.680) uzunçarşılı s.67
    Bundan başka medreseler kanununa aykırı olarak müdahaleler vuku ve bir kısım ulema-zadelere onbeş yaşından evvel müderrislik rüusları verilmesi, medreselerin inzibatı kalmayarak talebelerin para ve rüşvet ile mürttep ulûm görmeden müderris olmaları ve buna mukabil bin müşkülatla medrese derslerini görüp mülazım olmalarına rağmen ilktimaslıların tayinleriyle bunların tayin edilmemeleri ve bu suretle müderrisliğe gelenlerin rüûslarındaki kayıt gibi Alemü’l-ulemai’l-mütebahhirinden sarf-ı nazar orat derecede sie ehliyeti haiz olmamaları medreselerin bozulmasında âmil olan diğe sebeplerdendir. S.67 uzunçarşılı
    Fatih sultan Mehmed, medrese ve müderris işine çok dikkat eder, bazan dersele girer dinler, zeki olanları öğrenir,…müstaid talebelerin defterini tutarak yanında saklar müderrislik ve kmadılık münhal olunca bunlardan mülazım olanları tayin ederdi. (Lâtîfî tezkiresi s.61)
    “:Bayezid zamanında Pâdişahın müdahalesiyle iltimas başladı. Bayezid kendi kullarından Samirî mahlaslı Hamze Nuriddin’i Sahn-ı Seman müderrisi yapmak istemişti; Kazasbker Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi bunun o dereceye kadar ilmi kudreti olmadığın söylemesi üzerine Pâdişah:
    “Fünun-ı âliyeden okutmağa kadir değilse kafiye (nahivden)nin şerhlerinden mutavssıt nam kitaptan ders vermeğe kadirdir” diye mukabele etmiş ve tayin ettirmiştir.(Şakayık tercümesi Mecdî s.347
    Meşhur ibn kemal, kazasker Müeyyed-zâde Abdurrnahman Efendi mensuplarındandı; Şeyhülislâm bulunduğu sırada Müeyyed-zâde’nin oğlu Abdülvehhab Efendi’ye iyilik etmek isteyerek bunun için akunn hilâfına Abdülvehhab Efendi’nin kırk akçe yevmiyeli bir müderrisliğe tayinini vezir-i âzamMakbul İbrahim Paşa’dan rica etti ve o da bunu Kazasker Fenari-î-zâde Muhyiddin Efendiye söylemişti; halbuki o tarihe kadar kırk akçe ile yekden müdrerrislik yalnız Fearî-zâde evladına mahsus olduğundan kazasker bu tevcihe yanaşmamakla beraber tamamen de red etmiyerek Abdülvehhab efendi’yi otuz akçe yevmiyeli Çandarlı-zâde İbrahim Paşa medresesine tâyin edip İbrahim Paşamüderrisi Perviz Efendi’ye de koırk akçe ile Mahmud Paşa müderrisliğini tevcih eylemişti. (Atayi Şakayık zeyli s.32) uzunçarşılı s.68
    Bazı pâdişahların liyakatsızları …
    Bazı Pâdişahlar, saray mensuplarının tesirleriyle hatt-ı hümayun göndermek suretiyle ehliyet ve kıdem aramadan bazı şahısları, birden liyakatlariyle münasip olmayan müderrislik ve kadılığa tayin ederlerdi. Ulemadan tabip oğluEhlî mahlaslı bir zat, Gelibolu kadılığına ehliyeti haiz olmayan birisinin tayinini haber alması üzerine kendisi dururken böyle ehliyetsiz birinin taynine hayret ederek o sırada Rumeli kazaskeri bulunan Bostan-zâde’ye şu kıt’ayı göndermiş:
    Bihamdillah zamân-ı devletinde / Temeyyüz ehli vü nâ-ehl olurken
    Bu kari-i müşkili kime soralım / Serir fazlda sen otururken
    Gelibolu’da nâ-ehlin kazası / Acep câiz midir ehlî dururken?

Ehlî’nin bu manzumesine karşı Bostan-zâde tâyin ettiği nâ-ehlin Padişahın hatt-ı hümayunîyle olduğunu beyan yollu aşağıdaki manzum cevabı göndermiştir:
Tecahül eyledin ey merd-i ârif / Sual ettin cevabını bilerken
Gel insaf eyle ne itsin kazasker/ Efendi hatt-ı sultânî dururken
Müverrih âli 16. Asır sonlarında durumu şöyle izah ediyor:
“müderris vardı ki ayda bir kere derse varmaz; nice varsın ki okutacak talebe bulunmaz ve bulunsa da kendusi ders vermeğe kadir olmaz. Bazılarına göre bu ihmal ve liyakatsizliğe sebep mevali-zâdelerin meydan almasıdır; Bunlardan pâdişah hocaları, oğulları yaşı ondört ve onbeşe gelince ibtida elli akçeli Dahil müderrisi ve şeyhülislâm oğlu ise aynı sinda elli açeli Hariç müderrisi (sonra o da Dahil müderrisi olurdu) kazasker oğulları ibtida kırkar akçeli medrese müderrisi ve taht yani eyalet kadıları oğulları ise yirmibeşli ve otuzlu emdreselere çhiç sıra beklemeden küçük yaşta müderris oluverirlerdi. Âli bu gibilere: “Tarîk-i tahsilde kendülere hareket lâzım olmayıp yani hiçbir medresede sıra tahsiil görmeden beşikte iken mülazim, söz söylemeğe kudreti olduığu zaman müderrislik almağa yol açılırve bulûğ yaşına gelince molalığa (büyük kadılığa) doğru yol alır, traşı gelinceye kadar, menasıp medarisi dolaşır ve traşı geldimten sonra beşyüz akçe mevleviyete ulaşıb ve nadiren eline kitab alsa bile o da muhazarat, cönk ve gazeliyyattan ibaret kalır.” diyor. Uzunçarşılı s.70
Yine Âli’ye göre 16. asır sonlarında bozukluğun ikinci sebebi bu mevali-zâdelerin pek kısa zamanda elde ettikleri derecelere hakikî medrese talebelerinin varmaları adeta muhal olduğundan evlâd-ı etrâk (Türk evlatları) medreselere rağbet göstermez olmuşlardı. “Pes evlad-ı etrâk nice şugl etsinler, medaris-i haliyede nice tahsil-i ilm etsinler, anlar evahiri ömürlerinde varamıyacakları mansıba bir çelebi, şeref-i nesebi hasebiyle saba âleminde vasıl olur” Âlli.Basılmamış c.1s,29
Bozukluğun üçzüncü sebebi Anadolu ve Rumeli halkından olup büyükleer intisab etmiş olanların hâmilerinin iltimaslareyle medreselerde mürettep tahsil görmeden ilmiye yoyluna girmiş olmaları idi. “Evlâd-ı etrakten müstaidlerin ekabire intisabları Paşa ve ağalara istinad birer tarikle okuyup yazmadan ve yorulmadan mülazım ve müderris ve kadı olmaları idi.” Âli C.1.s.29
Dördüncü sebep rüşvetle müderrislik ve kadılık elde edilmesi ve beşinci sebep de ehl-i ilimle cahilin derece ve kıymetin ölçülmemesi idi.
“Müderrisin ve kuzatın cahil kalmalarıdır ki fî zamanina ilme rağbet yok; cahil maldarın riayeti , eshab-ı fezailden artuk. Cemi-i manasıb lâyık ve münasibine verilmez, belki rüşvet salub arz-ı niyaz edenlere verilir, bu sebeple gerek müderrisin, gerek kuzat-ı müteşşeriin ekâbire istinada çalışır, onlara ittika ile cemi-i mal edip kat’ı meratip saiyinde füzela-i asr olanlarla yarışur, maahaza onları geçerdi.
Sahn-ı medâris bir mekteb oldu sıbyana
Mizac-ı din zayıf oldu zât-i şer’i kavim
Cihanı oğlan, uşak tuttu alem oldu adim
Müderrisin ise sibyan-ı vacibü’t-tâlimİçinde hizmet-i fetvaya layık adam yok
Sorulsa her biri mollâ’yı vacibü’t tazim.
Âli Künhul Ahbar basılmamış birinci cild s.33

3.Murad sad-ı âzam vasıtasıyla kazaskerlere bir hattı hümayun göndererek ceddi Fatih Sultan Mehmed’in medreseler hakkındaki kanununun tamamen tatbikin emretmiştir. 15 Ekim 1577 tarihli hatt-ı hümayunda şöyle denilmektedir: s.71 uzunçarşılı –Kanunnâme-i Osmannî (Esad Efendi kitapları Nr.2362
“Halen tariki ulemaya haylı ihtilal ârız olub kanun-i kadîm-i Sultan Mehmed Gazi zamanındaki gibi gözedilip zamanımızda dahi ahsen olmak muradımdır. Şimdi kanun gözetilmemekle müderrisin ve talebe şugldan (iş-ten) kalmışlardır. Kuzat-ı askere (hakimlere-kadılara) muhkem tembih oluna ki müderrisin ve talebe tekmil-i müddet-i örfiye etmeden feragat ettirib âhar mansıba sevk ettirmiyeler ve danişmendler dahi aşağı medreseden şugl miktarın etmedin mevaliye (yardımcılığa) aldırmayalar. Kazaskerin marifeti olmadın kimesneyi kabul etmiyeler. Ve dahi müderrisler var imiş ki akçesi ve dersi almayıb mücerred âhar amnsıba vesile olmak için tevcih olunur imiş ve ol makuleler cemiyet eylemeyib ve şugl etmeyib zamânede şugl edenlere müzahim olurlar imiş. Ol makule müderrisler ref’olunub min-bad razı olunmıya, velhasıl menasıb ehline sevk olunub ilmi ve fazlı olanlar ve maharet-i ztâmmesi olunlar terbiye olunub riayet oluna. Kimesnenin iltimasiyle nâ-ehle mansıb (memuriyet) arz olunmaya. Badelyevm bu vaz’a muhalefet ve emre mugayir ki vaz’(ı işitile, zararı keduleredir, bilmiş olsunlar, gözlerin açsınlar. Gelmiş ve gelecek kuzat-ı asâkire (kadılara) tenbih ve te’kittir. (tekrar emir)
Bu hatt-ı hümayunun tesiri olmadığı bozuklukların devam etmesinden ve genişlemesinden anlaşılıyor. Uzunçarşılı.s.71
ULEMA EVLADININ İMTİYAZLARI:
İlk imtiyaz Molla Fenarî (vefatı 1431)nin oğullarına ve torunlarına verilmiş olup bunlar müderris oldukları takdirde kırk akçe ile tâyin olunurlardı.(Şakayık Zeyli, Atayî s.32) Daha sonraki tarihlerde ulema oğulları hakkındaki bu imtiyaz genişlemiş ve bu suretle ilmiye sınıfında bu gibiler hakkında ehliyet ve istihkak bakılmayarak imtiyaz sayesinde pek çok kıdemli, sıra bekleyen namzedlerin yerlerine bu imtiyazlılar tayin olunurlardı.
Eski medese teşkilatında tehille (az zaman)da ve tafra (sıçramak) sıra gözetmeden birdenbire üst derecelere atlamak âdet olmuştu.
İstanbul, Edirne ve Bursa kadılıklarında bulunmuş olanların oğullarının otuz akçeli Miftah müderrisliklerine tâyinleri Ebussuud Efendinin Şeyhülislâmlığı zamanında başladı. (Atayi.Şakayıkzeyli. s.182 )Ebussud Efendi’nin ztorunu ve Mehmed Çelebi’nin oğlu Abdülkerim Efendi dersten mezun olduktan sonra ceddine hürmetenh ve def’aten Hariç müderrisliği ile Mahmud Paşa medresesi müderrisliğine tayin etmişti. Atayi, Şakayık s.183 .
Anadolu kazaskeri Cafer Efendi’nin oğlu Sunullah Efendi – i daha sonra dört defa Şeyhülislâm olmuştur- babasının kazasker olması dolayısıyle 1570’de ibtida 40 akçe ile Beşiktaş Barbaros Hayreddin Paşa Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir.Atayi Şakayık zeyli.s.553 Şeyhülislam Sunullah Efendinin oğlu Derviş Mehmed Efendi 1612’de babasının vefatı üzerine mülazımkayıt olunarak birkaç ay sonra Dahil itibar edilmiş olan Eyüp’te Zal Paşa zevcesi Şah sultan medresesine müderris olmuştur. Atayi Şakayık zeyli s.560 .
3.Murad’la oğlu 3. Mehmed’in hocaları olan Tacü’ttevarih müellifi meşhur Hoca-Sadeddin Efendi’nin oğlu mülâzım olduktan sonra Pâdişah hocaları oğullarının imtiyazları üzere şeyhülislâm evlâtları gibi Dahil medreselerinden Esmihan Sultan Müderrisliği tevcih edilmiştir. Atayi s.749 Yine bunun gibi Pâdişah hocalarından Nevalî Efendi’nin oğlu, hoca-zâdeler kanunu üzere 1599’da Dahil müderrisliklerinden Şah Sultan müderrisliğine nail olmuştu. ^.Mehmed’in şehzadeliğinde hocası olan Azmi Efendi’nin oğlu ibtida kırk akçe ile müderrisliğe başlamıştı. Atayi s.739
Kazasker oğullarına da ilk defada kırk akçelik müderrislik verilirdi. Şeyhülislâm Şeyhî Abdülkadir Efendi’nin oğlu Abdürrahim Efendi, babasının kazaskerliği zamanında mülazım olduğundan kırk akçe ile müderris olmuştu.

  1. Asrın ilk yarısında ve 3. Ahmed’in zamanında imtiyazlı ulemanın iyi tahsil görmeyen oğullarının sakal salıvermeleri emredilmiş ve bu hal onların cçehillerini örtmeğe medar olur diye alay maevzuu olmuştur. Uzunçarşılı s.74
    Arpalık: Vezir, beylerbeyi ve sancakbeyleri gibi askerî sınıf ile ilmiye sınıfından mazul şeyhülislâm, kazasker ve mevalinin geçinmeleri için tahsis olunan muvakkat mazûliyet maaşı veyahut tekaüt maaşının adıdır.
    KANUNİ’NİN ANUNSUZLUĞU:
    Kanuni Sultan Sülayman, hocası olan Hayreddin Efendiye fevkalade hürmetinden dolayı pâdişah hocası oğullarının defaten dahil müderrisi olmalarını ve hocasının mülazimlerinin (medrese tahsili bitirip icazet alan stajyer) de Hâşiye-i tecrid medreselerinin ikinci derecesi olan 25 akçe yevmiye ile (1. derece 20 akçe) müderris olmalarını kanun yapmıştır.(Âli künhü’l anbarbasılımamış 2. Cilt varak 115 Şakayık tercümesi s.440)

Koçibey’in uyarıları: Koçibey’in Teşkilat Mecmuası s.6-7 Uzunçarşılı kütüphanesindeki nüsha) “Benim devletlü hünkârım,
Bir kadı mâzul (işinden çıkarılmış-azledilmiş) oldukta asitane –i saadete gelib her Çarşamba günü Kazasker kapısına varup mülazım olur. İki yıl mülazemetten sonra 20 ay kadılığı aldıysa (kadılık ettiyse) tamam olur, rikâb-ı hümâyuna arzolunur, filan dâinize (duacı) filân mansıb sadaka buyurula deyu arzolunur. “Kadı mâzul iken zaman-ı infisali (azledilmiş) derler; mansıb aldıkta zaman-ı ittisali ‘bağlı-bitişik) denür. Bir kadılığın beş, altı talibi olsa imtihan olurlar, herhangsii okumuş ise hak anundur. Ama ya rica olunur, ya rüşvet alalar. Ol zaman kazasker Efendi rüşvet aldıysa, eğerçi dica ettilerse okumuşluğa bakmaz, akçe verene arzeder, ol vakit memleket harab olur.
Benul Devleülû Hünkârım,
Kazaskerler … arz ettiklerinde saadetle buyurun ki ol arz ettiğin kadı ehil midir, müstahik mıdır? Zinhar sakın gayr-ı müstahik olmasın vebali senin boynuna; bir hoşça imtihan eyle, cahil ve zalime kadılık arz ettiğinize rizây-ı hümâyunum yoktur,şöyle mesmû-ı şerifim olursa siz bilürsiniz diye tenbih buyurun. ..”
Kazaskerler bu tâyinlerde bilhassa 18. Asırdan itibaren kıdeme ve sıraya riayet etmiyerek iltimas ve rüşvetle adam kayırırlardı. 17. Asırdaki kazaskerlerden Memik-zâde, Cinci hoca Hüseyin Efendiler irtikâbta seleflerin çok geçkişlerdi, bunlardan Cinci Hoca kadılıkları üç binle dört bir arasında satardı. Bu hususta Naima tarihinin 4. Ve Hammer’in -Atayi Bey tercümesi- 10. Ciltlerinde malumat vardır.
Müdrerris ve kadı tayinleri:
Müderris ve kadı tayinlerinin kazaskerlerlerden alınarak Şeyhülislâmlara verilmesi sû-i istimali öneleyemedi, hattâ Pâdişah 3.Mehmed – ki çok terbiyeli, mahcup ve saf kalpli idi- bir gün mukarriblerinden birisine:
“-:Dünyada sözüne sadık ve hak-şinas bir kimse bulamadım” diye şikayet etmiş. Musahibi “Neden böyle buyurdunuz?” deyince:
“-Evvela şeyhülislâm Bostan Efendi’ye iltifat eyledim; derhal bir cahil kardeşini Rumeli Kazaskeri etti ve iyi tahsil görmemiş oğluna Selanik kadılığını rica etti. Bundan başka pederimin hocası Sadeddin Efendi’ye din ve devlet hayırhahı diye riayet eyledim, derhal o da genç bir oğluna Anadolu Kazaskeri ve küçük oğlunu Edirne kadılığına arz edip mollalar arasında beni bed-nâm ve inde’l ahali kendüsünü evladını rüsvay-ı âlem eyledi” dedikten sonra :
“-Eski hükümdarlar zamanında pâdişah hocaları ve müftüler ulema menasıbına (makam-rütbe) karışmazlardı. Kaza kadılarını kazaskerler arz edip verilir ve sair ilmiye tayinlerien vezir-i âzam bakar ve tevfiz eylerdi” demiştir. Hammer (Ata Bey tercümesi) C.7 S.153 Uzunçarşılı 181 .
. Hoca Sadeddin efendi, İlmiye tayinlerine müdahale ederdi. Eğri seferinden avdette gözden düşerek hem hocalıktan azledilmiş ve hem de ulema tayinine müdahaleden men edilmiştir. (Naima Tarihi c.1.s.167) uç 181

Din adamı entrikaları ve eski şeyhülislâm Mesud Efendi :
1.Ahmed’in hocası Mustafa Efendi’nin oğlu olduğu için Hariç Müderrisliğinden başlayıp çabuk yükselmiş, 4.Mehmed’in çocukluğunda valide sultanın teveccühünü kazanmış Anadolu kazaskeri bulunduğu sırada yeniçerilerin isteği ile Şeyhülislâm olmuştur. Bütün devlet idaresini nüfuzu altına alıp işine geleni vezir-i âzam yaptırmak ve istemediğini azlettirmek isteyerek her işe müdahalesi yetmiyormuş gibi kendisinin tavsiyesiyle vezir-i âzam olan Boynu Eğri Mehmed Paşa’yı arzu ettiği gibi yumuşak bulmadığından azlini valide sultana bildirmiş, fakat kendisinden daha düşünceli olan Valide Sultan , iki günde bir vezir-i âzam değiştirmenin zararlı olacağını bildirerek Mesud Efendi’nin teklifini reddetmişti. Bu cevabı beğenmeyen Hoca-zâdenin yeniçerileri tahrik eylediği hakkında doğru veya yanlış haber saraya verildiğinde müzakere bahanesiyle saraya dâvet olunarak gelir gelmez Diyarbakır kadılığı verilip Bostancıbaşı vasıtasıyle İstanbul’dan çıkarılarak Bursa’ya gönderilmiştir. Temmuz 1656.Mesut Efendi yolların Abaza Hasan kuvvetleriyle kapalı olmasından dolayı maiyetine bir miktar sekban yazmak istemesi ve bu hal Bursa kadısı Ruhiddin Efendi tarafından sâbık şeyhülislâmın hükümete karşı koymak için asker yazdığı şeklinde İstanbul’a bildirilmesi üzerine gönderilen bir fermanla misafir bulunduğu evde meyve yerken bastırılıp öldürülmüştür. Naima tarihi c.5 s.232 Silahdar tarihi c.1 s.41 Uzunçarşılı 225
Mesud Efendi’nin böyle bir harekette bulunmadığını bilen Köprülü Mehmed Paşa Sadr-ı âzam olduktan sonra Hoca-zâdenin katline sebep olan Ruhiddin Efendi’yi katlettirmiştir. O tariphte Bursa’da ikamete memur olan esbak Şeyhülislâm Kara Çelebi-zâde Abdülaziz Efendi de Hoca-zâde’nin öyle bir isyan hareketinde medhali olmadığını söylemiştir. Ağzı kalabalık bir zat olması dolayısıyle gerek bunun gerek kardeşinin çalçeneliğinden bîzar olan Şeyhülislâm Yahya Efendi:
“-Hoca Efendiye (yani Mesud efendinin babasına) hak rehmet etsin bu mahdumları okutsa ne olurlardı?” dermiş. S.225 uzunçarşılı.
Seyyid Feyzullah Efendi:
Erzurumludur; “.Süleyman zamanında 1688’de yirmi gün kadar Şeyhülislâm olup azlini müteakip Erzurum’a gönderilmiş, 1695’de 2.Mustafa hükümdar olunca şehzadeliğinde onun hocası olmasından dolayı İstanbul’a getirtilerek pek az sonra ikinci defa Şeyhülislâm tayin edilmiştir.
Dokuz sene bu makamda bulunan Feyzullah Efendi ilmiye işlerini kendi arzu ettiği şekilde yapıp oğullarını, akraba ve mensuplarını birer suretle en yüksek derecelere çıkararak istihkak erbabına terakki ve terfi yollarını kapatmış ve bundan başka veziri âzamları da nüfuzu altına almak suretiyle devlet işlerine el atmış ve pâdişahın emriyle kendisine sorulmadan hiçbir iş yürümez olmuştu. İşte bu haller kendisinin hudutsuz ihtirası ve gadri yüzünden her sınıf kendisine düşman olmuştu. Nihayet 1703’de tahrik neticesinde vukua gelen Edirne vak’ası üzerine evvela azledilip memleketine sürgün edilmiş ken sonra yoldan çevrilerek Edirne’ye getirtilmiş ve kendisiyle Şeyhülislâm pâyesi vermiş olduğu büyük oğlu Fethullah Efendinin isimleri ulema ve sâdât (seyyidler-peygamber soyundan gelenler) defterinden silindikten sonra zindana konulmasını ve orada istintak ve işkenceyi müteakip dışarı çıkarıldığı sırada halk tarafından linç edilmek suretiyle feci surette vefat etmiştir. Raşid Tarihi c.3 s.77,78 Uzunçarşılı 226

Dinî ve hukukî sahada yetişen meşhur ilim adamları:
(akli ilimlerde fizik-kimya/matematik-biyoloji alanında meşhur neden yok? Gazali… mi)
Osmanlı ve Anadolu Selçukîleri alimleri çok zaman yüksek tahsillerini Suriye,Mısır veya iran ve Orta-Asya’daki medreselerde yaparlardı. Suriye ve Mısır’da dinî ve hhukukî ilimlerle tefsir, hadîs, tarih, edebiyat ve kavaide (Arapça dilinin kaidelerini öğreten kitap)dair olan ilimler ve İran ve Maveraünnehr taraflarındaki medreselerde riyaziye, hey’et (astronomi) kelâm (Allahın zat ve sıfatlarından, nübüvvet ve itikada ait meselelerinden İslâmi esaslar dahilinden bahseden ilim İslâm felsefesi) ve felsefeye dair olan ilimler revaçta idi.
14 ve 15. Asırlarda Osmanlı memleketlerinde dinî ve hukukî ilimlerde ve bundan başka kelâm, riyaziye(matematik) felsefe ve astronomide yüksek değerde ilim adamları yetişmiş ve bunlar ilmî eserleriyle daha sonraki asırlarda da şöhretlerini etmişlerdir. Uzunçarşılı 227
İlmiye teşkilatından bahsettiğimiz için bu eserde medrese harici müspet ilimlere dair eser yazmış olan âlimlerden bahsetmiyoruz. Bu hususta bilgi edinmek isteyenler merhum Dr. Adnan Adıvar’ın Osmanlı Türklerinde İlim adlı eserine müracaat etsinler. Uzunuçarşılı.s.227
Bu cümle bile ilimden ne kadar uzaklaşıldığını gösteriyor. İlmiye teşkilatı kitabında fen alimlerinin yeri yok. Yalnızca dini ilimleri ve hukuku ilim sayan zihniyetin yansıması.
Molla Fenarî: İnegöl Fenar’dandır. Yüksek tahsili Mısır’da yaptı. Tasavvuf vadisinde çalışarak, DavuD-i Kayserî’den sonra Muhyiddin-i Arabî’nin vahdet-i vücut felsefesinin Osmanlı ülkelerinde yayılmasında amil olmuştur. Şems’üddin Molla Fenirî b.Hamza, tefsir, fıkıh, tasavvuf, kelâm, mantık ve belâgat ilimlerinde zamanın en kudretli alimi olup bu hususta pek değerli eserler vücuda getirmiştir. Eserleri yüzden ziyadedir. 1431’de Bursa’da vefat etmiştir.
Hızır Bey: İlim dağarcığı diye meşhurdur. Fethi müteakip İstanbul kadısı oldu. Mısır ve Buriye’den gelmiş Arap alimleriyle yaptığı ilmî mubahesede bu alimlere galebe çaldı.
Molla Hüsrev: Fatih Sultan Mehmed: Zamanın Ebu hanifesidir diye kendisiyle iftihar ederdi.
Hoca-zâdi Muslihiddin Mustafa: Fatih Sultan Mehmed, Tehafüt meselesinde iman ve akıldan hangisinin diğerine mürecceh (………….) olduğuna dair bilgi edinmek istiyerek bu husustaki mütalaalarının bildirilmesini Hoca-zâde ile Alaüddin-i Tusî’ye havale etmişti. Her ikisi de tekiklerin yaparak kelâmcı olan İmam Gazalî’nin iddiasıın isabetli bulmuşlardır. Fatih sultan Mehmet Hoca-zâde hakkında: “NE Arap ne acemde eşi yoktur:” dermiş. 1488’DE Bursa vfat vefat etmiştir.Tehafüt üzerine yazdığı eseri İmam Gazalî ve İbn Rüşd’ün eserleriyle beraber Mısır’da basılmıştır.
Tehafüt, şiddetli arzu ile bir meseleyi halle çalışmak demektir. Kelamcılardan İmam Gazalî (Tehafüt-ül Felasife) isimle eseriyle ilimde aklı esas tutan İbn Sîna’ya itiraz ile akıl ile her şeyin ölçülemeyeceğini beyan etmiş. Bu itirazından yüz esen sonra Endülüslü İbn Rüşd Tehafütü’t Tehafüt isimli eserinde İmam Gazalî’nin mütalâasına itiraz ederek akil ile imandan, aklın üştüğünü beyan ile İbn Sîna’yı müdafaa etmiştir. İşte Fatih sultan Mehmed, bu iki zıt mütalaadan hangisinin doğru olacağını Hoca-Zâde ile Alauddin-i Tusî’ye sorarak bu hususta birer eser yazmalarını emreylediğinden Hoca-zâde dört ayda, Alauddin-i Tusî ise altı ayda birer eser yazarak İmam Gazalî’nin mütalâsına iştirak etmişlerdir. Uzunçarşılı 230 dipnot.
Kınalı-zâde Ali : Süleymaniye müderrislerindendir. Katip Çelebi onun için Allame-i Rum ve dehre bir gelenlerdendir” demektedir. Nevî-zâde Atâyî’de “Sen dafter-i ulema” diye tavsif etmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, felsefe ve riyaziyede ihtisasiyle şöhret bulmuştur. Şöhretine sebep olan Ahlâk-ı Alâ’î adını verdiği eseridir ve basılmıştır. okuduğu eserlerin kenarına mutalâasını yazmak adeti idi. Şam Kadısı iken 1565’de vefat etmiştir. Uzunçarşılı 234
Taşköprülü-zâde Ahmed İsamüddin Mevzuatü’l Ulûm adlı eseriyle yüksek iymî kudretini göstermiş olan Taşköprülü-zâde Kınalı-zâde ve Ebussuud efendiler gibi 16. Asrı şereflendiren muhakkik âlimlerdendir. Uç.234

  1. asırda birasır evvelki âlimler değerinde müdekkik, muhakkik âlim deniecek kadar yüksek ulema yoktu. Değerli ulema yetişmesinde herhalde medreselerdenr aklî ilimlerin kelâm, riyaziye ve felsefenin kalkmasının da büyük tesiri olduğu şüphesizdi.
    Yanyalı Hoca Esad Efendi: (Vefatı 1730)
    18.asrın mütefekkir alimlerindendir. Medrese ilimleriyle kalmıyarak felsefe ve müspet bilimlerle de uğraşmış, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın emriyle fizikten Aristo’nun Kitabü’üs-semaniye isimli eserinin üç kitabını aynı zamanda şerhetmek suretiyle Arapça olarak kaleme almıştır. İbn Sînâ’nın Şifa isimli meşhur eserini tercüme, felsefeden Hikmet’üy İşrakiyye’yi de şerhetmiştir. Kelam, mantık vs.ye dair eserleri vardır.
    İlmiye mesleğinin ıslahı:
    ..Herhangi bir suretle liyakatli, liyakatsiz müderrisliğe geçmiş olanların çokluğu sebebiyle bunlar müderrislik derecelerinin yükselmesi için yanmış veya yakılmış, ismi var faat binası olmayan medreselere tayin edilmek suretiyle bir derece üstün müderrisliğe geçirilmişlerdi.
    15 Ekim 1577’de Murad tarafından Vezir-i âzam’a gönderilen fermanda: “Hâlen tarik-ı ulemaya haylı ihtilal ârız olub Kanun-ı Kadîmi Sultan Mehmed Gazi (Fatih) zamanındaki gibi gözetilib zamanımızda dahi ahsın olmak muradımdır. Şimdi kanun gözetilmemekle müdirrisin ve talebe şugl’den kalmışlardır; kuzât-ı asâkire muhkem tenbih oluna ki müderrisin ve talebe tekmil müddet-i örfiyye etmeden, feragat ettürüb âhar manasıba sevk etmiyeler ve danişmendler dahiaşağı medreselerden şugl miktarın etmedin mevaliye aldırmayalar: kazaskerin marifeti olmadın kimesne kabul etmiyeler.
    Ve bazı müdrerrisler var imiş ki akçesi ve dersi olmayub mücerred âhar manasıba vesile olmak içün tevcih olunurmuş ve ol makuleler cemiyet eylemeyüb ve şugl etmeyüb zamanede şugl edenlere müzahim olurlar imiş. Ol makule müderssiler ref’olunub min-bâd arz olunmıya. Velhasıl menasıb ehline sevkolunup ilmi ve fazileti olanlar ve mehâret-i tâmmesi olanlar terbiye olunub riayet oluna. Kimsenin iltimasiyle nâ-ehle mansıb arz edilmiye. Badel yevm bu vaz’a muhalefet ve emre mugayir ki vaz işliyeler, zarurı kendüleredir; bilmiş olsunlar ve gözlerin açsunlar, gelmiş ve gelecek kuzât-ı asâkire tenbih ve te’kiddir.” 242 uzunçarşılı
    Nişan-ı hümâyun odur ki:
    Bundan akdem softa tâifesi kendü hallerinde ve tahsil ve iştigallerinde olmamak, cemiyetler idüb ok, yay ve sair alât-ı harb ile köyler ve kasabalar basıp Müslümanların kiminin taze oğullarını cebren gülb, alıb gidip fiil’i şeni (günahlı iş) eyleyüb umumen ehl-i fesad olanlarının haklarından gelinmek için ümera(yüksek rütbeli zabitler) ve kuzâta(kadılar) ahkâm-ı şerife gönderilmişti. ….kişiler dergâh-ı muallâma gemüb tâife-i mezburenin ekser kendü hallerinde ve şugllerinde olup kimesneye zarar ve iyanları yoğiken bazı eşkıya ve cehele softa namına gezüb fesat ve şenaat etmekle cümlesine sirat edüb bu bahane ile nice talebe nâ-hak yere katlolunub ve softa taifesini tutanlara dirlik vadolunmuştur deyucürmü olmayub kendi hallernide olanları sancak beyleri subaşıları ve gayrılar tutub başlarını tesüb ve geru eşkıya ele gelmeyub mabeynde mazlumen telef olub ve akvam ve akrabalarına yataksın deyu ehl-i garaz tâifesi yapışmakla kendü halinde olan softa tâifesi havfindan (korku) terk-i vatan edüb tahsilinden kalıb ve Müslümanlar evladların ihtiyaten mektebe vermez olub bu halelr inkırac-ı ilme sebep olmuştur.

3.Mehmed 1598 Nisanında ismiye sınıfının ıslahı için kazaskerlere emir verdi:
Rumeli Kazaskerine hüküm ki,
…ve halâ müderrisleri ve aşağılar beyininde danişmendsizlik ayıp olmağla danişmendi olmıyanlar lev-i akrandan ve tabakalarda azlinden havf edüb bir alay cahil denişmend edinmekle târika bu cihetüten külllî halel gelmiştir; imdi müderrise danişmendsizlik ayıb değildir ve belki ayıb olan câhil danişmend tutmaktır. Uzunçarşılı 246
Medrese ve müderris nizamının bozukluğunu ve buna karşı alınan tedbirleri gösteren bu ferman bir müddet tabikten sonra tatbikten kalkarak eski bozukluk ziyadesiyle devam etmiştir ki bunu meşhur Koçi Bey’in 4. Mura’a takdim etmiş olduğu lâyihasından anlamaktayız.
..ve kimse kimsenin icazetsiz danişmendin almazdı ve târik-i ilim fevkalhad pâk vemabut idi. Ol sebepten içlerinde câhil ve ecnebi olmayub her biri yolu ile gelmekle eğer kuzât ve eğer müderrisinden cümlesi ilim ve dini mükemmel ırz ve vakar sahibi adamlar olub müderrisliği halinde ilm-i şerife ve mansıbı halinde din ve devlete istiklmet ve hizmet edüb ibadullaha nef-i mahz olurdu. Uzunçarşılı 247
Giderek her maslahata hatır karışmaklave her emlirde müsmaha olunmakla nâmüstehaklara hadden ziyade mansıplar verilmek iktiza edüb kanun-i kadim bozuldu.
Kazaskerler dahi zaman-ı kalilde bî-vech mâzul olmagıla içlerinden tamâ ve haris olanlarzzaman-ı mansıbı fırsat ve fırsatı ganimet bilüb menasıbın (makamlar) ekserin rüşvet ile nâ-ehle verir oldular ve mülazemetler dahi yolu ile olmayub satılmağa başlıyalı voyvoda ve subaşı kâtibleri (yerli ileri gelen-kumandan, subaşı:kasabanın başında bulunan memur) ve avâm-ı nastan (ilim irfanı kıt) niceleri beş, on bin akçe ile mülazım olub (satjyer) badehu zaman-ı kalilde müderris ve kadı olub sahn-ı ilim cehele ile dolub iyi ve kem belürsüz oldu. Ekseriya zulüm ve teaddi edüb nâm-ı ulemayı keşide kılan o makule ( ilim adamı yazılan o takım) cehele ve ecnebilerdir, yoksa târik-i ilme hizmet etmiş ve yolu ile gelmiş ulema hâşa ki haktan udûl ide… (Udûl:yoldan çıkma)
Bu abd-i fakir (kul) İstanbul’a geldiğinde eğerçi ulema-i izam şimdiki gibi hadem ve haşem eshabı değildi. Lâkin bir müderris dâileri yoldan geçse halk-ı âlem ibal-istam ve küllî tâzim ve ihtiram ederlerdi. Irz ve vearları kemalde idi, her biri halk nazarında müctehid (önder-imam azam gibi)mesabesinde muazzez (çok aziz) ve mükerrem (saygı gösterilen) idi. ..seccade-i şireat âlim ve âdil olanlara gerektir. 248 uzunçarşılı
Kâtip Çelebi kendi zamanındaki medreselerdeki tedris hayatından bahs ile müspet ilimlerin ehemmiyetini anlattığı sırada … Fatih Sultan Mehmed medaris-i semaniyeyi bina edib kanun üzere şugl oluna deyu vakfiyesinde Haşiyei tecrid ve şerhi- mevakıf derslerin tayin etmişti, sonra gelenler bu dersler teferruattır deyu kaldırıb hidaye ( ) ve ekmel ( ) derslerini okutmayı makul gördü ve yalnız ikiza-i nâ-makul olmağa ne felsefiyyat ve ne hidaye ve ekmel kaldı; bununla Rum’da (Türkiye’de) sûk-i ilme kesad gelüb ehli inkıraza karib oldu” dedikten sonra, hendese bilen bir fetva sahibi ile hendese bilmeyen fetva sahibi ve keza coğrafya ve kozmografya bilen bir müfessir arasında bir mukayese yaparak kadıların mutlak surette riyaziye, coğrafya ve hey’et bilmelerinin zaruri olduğunu beyan etmektedir. Uzunçarşılı 249 -250
Kâtip Çelebi, Mizanü’l hakk fî İhtiyari’l ehakk isimli eserinde (s.9) bir kimse bir kimse boyu, eni ve derinliği 4 zira bir kuyu kazdırmak istese ve bunu sekiz akçeye pazarlık etse kuyu, boyu, eni, derinliği iki zira bir kuyu kazarak dört akçe taleb eylese, çıkan para ihtilafını halletmek için kadıdan fetva istenilse hendese bilmeyen müftü bunun yarısını, yani dört akçeye hükmeder; hendese bilen müftü ise hakkı bir akçedir diye fetva verir; çünkü iki zira kuyu dört zira kuyunun sekizde biridir.” demektedir. 250
1.Ahmed zamanında Celaliler temizlendikten sonra 1609 Kasımında kadılardan acı acı şikayet eden uzun bir adalet fermanı tamim edildi. İbret alınacak bazı kısımları halkın maruz kaldığı acıklı durum hakkında fikir vermekte.
“…siz ki kadılarsız, nahiyelerinizü naiblerinüze iltizama verüb bir canipten bir canipten naibinüz voyvodalar ile müttefik olub karye be karye gezüb reâyâ (köylü) ve berâyânın (halk)müft ve meccanen koyun ve kuzu ve tavuk ve yağ ve bal ve arpa ve saman ve odun ve otlakların çeküb alduğunuzdan mâdad her kasaba ve karyeye karib geldüğünüzde yeni makberleri sayub, defter edüb badehu mahalline varub bunlar ne zamanda fet olmuşlardır ve bunların metrukâtı nice oldu? Ne için bize haber eylemedin? Ve bizden izin almadan defneylediniz deyu taaddi edüb ve kefereden mürd olanlardan birkaç kuruş almayınca defne izin vermeyüb ekserinin veresesinden sagîr ve sagîre ve gaib ve gaibe olmayub cümle hâzır v e ikbar (büyük yaşta) olub kısmet taleb eylemezler iken cebren müteveffanın muhallefetanı yazub iki yüz akçe değeer esvabı bin ve binbeşyüz akçe pahaya tutub kısmet bahanesiyle beğendüğünüz esvabı çeküb alub v esizden mukaddem kadı olanlar bir defa kısmet eyledüğü müteveffa içün ksmet olmamış ve bazı esvab gizyeyüb rüsum kısmına gadeylemişsiz tekrar kısmet lâzımdır deyu kısmet edüb …. Ve voyvodalarla müttefik olub bilâ-emr kasaba kasaba, karye be karye bî-günah Müslümanları teftişedüb maldar olanlara sen mal bulmuşsun ve Celâli sende çok akçe ve esvab komuş deyu ahsettirüb ve hîni teftişte Müslümanlar iyi kimesnelerdür dediklerin ayrı ve bu kimse yabandan gelmiştir bilmeyiz ve yaramazlığın görmedük dediklerin ayrı ferdan ferda sicilledüb ve birbirine kefil verüb tekrar sicilledüb her birinden birer, ikişer kuruş sicil ve hüccet akçesi ve muhzır ve hizmetkâr akçesi aldıktan sonra kefilname akçesi deyu voyvodalara küllî akçe aldurub ve maldar kimsenin olanca malın elinden almak içün sicillde töhmet-i sabıkası mukayyiddir deyu zaleme tâifesinin eline suret-i sicill verüb ve fesadı sabit olanlardan rüşvet almağla fesadlarına müteallik olan mevaddı sicilden çıkarub salih ve dindar kimesnedür deyu eline hüccet verüb ve müflis ve medyun olan mültezimlerden birkaç kuruş ve altın almağla mütemevvil ve maldar kimesneleri bî-haber iken mültezime kefil yazub eline hüccet verüb … küllî malın alub ve aldırub ve kariyenin hanesini mücerred celb ve ahz için defter-i cedide muhalif ziyade yazub cebren ona göre hane akçesi cem edüb bunun emsali envâızulüm ve teaddî eylediğiniz mesmû-i hümâyunum olmuştur… imdi kuzât ve nüvvâb, reâya ve berâyâya zulûm ve teaddî elyledikleri izin azl ile ve nefy-i beled olmağla konulmayub şer’i ile gereği gibihaklarından gelmek lâzım gelmiştir” denildikten sonra bundan böyle dürüst hareket eylemeleri emroyunmuştur. 250-251-152 uzunçarşılı.
..Fakat ilmiye teşkilâtı gayretlere rağmen yine düzelememiş, kadı ve nâiblerin çoğu vazifelerini sû-i istimal ederek çeşitli bahanelerle halkı sızdırmalarının önüne geçilememiştir. 252
18.Asrın ortalarında yaşamış olan Hezarfen Hüseyin Efendi elhisül Beyan fî Kavanin-î âli Osman isimle eserinde müderrisler ve kadılar hakkında şunları yazıyor:
“Padişahlara lâzımdır ki ulema zümresini muazzez ve mükerrem tuta; …..içlerinden fazıl ve kâmi perhizkâr ve muttaki olanlarını mümtaz kılub müteşerri ve müttakî olanlara sâirlerinden ziyade riayet eyliyeler…
….Zira zamanede medahim zümresi riayet olunub bir nice ehl-i ilim paymal olub ayakta kalmıştır; zamanede ise okumak yazmak vadileri bilkülliye metruk olmuştur ve ekser ulema ümeradan fark olunmaz; kazaskerler gayet dindar ve perhizkâr ve ehl-i ilim adamlar gerektir; gerçi bazısı ehl-i ilim olur lâkin …düyun ile kazaya vasıl olan adil mi eyliyecektir? Ehl-i hizmetten hane başına on onbeş akçe almayınca hizmet etvzi eylemez. Haraccı ve avarızcı kadıya murad üzre vericek (yani rüşvet verince) reâyâ üzerine yüklenir; kadı zulme zrıza vermese ehl-i örf teaddiye kabil olmazlar yine fesad kuzât tarafgındandır.
İmdi Padişah kazasker ahvalini tecessüs edüb bazı kimesnelere ihyanen mahfi akçe ile kadılık aldırıb bâdehû kim etmiş ise şüzleştirüb cezasına göre ceza eyliye… 253
….ve kadılar kesret-i zaman tevkiyet ile medyun ve zar ve ser-gerdan gezerler kâh medd ü kasra uğrarlar; anın gibileri mansıba vasıl oldukta sabra mecal mi kalur; aç kurt gibi reâyâya saldırırlar… Zalimi reâyâ üzerine tasallut eylemek kurtları koyun sürüsüne salıvermektir…” 253 uzunçarşılı…
1795 Mayısında kadılar kanununa yeni maddeler eklmendi. ..
Madde 2 .Kazasker divanında ismini bile yazamayacak adar cahil olan kimselerin kadı oldukları görülüp bu gibilerin ahkâm-ı şer’iyyeyi infaz edemiyecekleri ve ilâm veremiyecekleri tabiî telakki edilerek bundan sonra kazalara tâyin edilecek kadıların memuriyet istemek üzere verdikleri istidalarına bizzat kendilerinin imza atmaları ve başkasına imza attırmamaları ve aksi halde ben imza attıranın ve ham imza atanın cezalandırılmaları…

Medrese derecelerinden Mûsıla-i Süleymaniye ile üst tarafındaki müderrislere (Kibar-ı Müderrisîn) denilirdi. En yüksek müderrislik (Dar’ül Hadîs-i Süleymaniye) müderrisliği idi.
Müderrisler medreselerinde ders okutmakla mükellef idiler, 1592 tarihinden itibaren medreselerde ders okutmak kısmen terk olundu ve medreseler derecelere ayrılmış olduğundan medresesi yanmış ve yakılmış olduğundan müderris tabiî ders okutmaz, fakat sırası gelince bir derece terfi ile üst derecedeki müderrisliğe çıkar ve bu suretle îtibarî olarak yükselirdi. Hattâ müderris ismi defterde mevcut, fakat kendisi mevcut olmıyan medresesinin nerede olduğunu bilmediği olurdu.
..bazı ulema, mevali, kazasker ve şeyhulislâm evlâtlarına defaten Hâriç, Dâhil ve hattâ Sahn dereceleri verilmesi kanun olduğundan büyük zorluklarla müderrislik rüûsu alan kimsesizler için yükselmek kapısı âdeta kapalı idi. İçlerinden bir talih eseri olarak yükselmiye muvaffak olanlar varsa da adetleri pek azdı. .”Bir gün Kethüda-zâde Kazasker Sadık Efendi’nin konağına görüşmek üzere Kazasker Şemseddin Molla gelir. Sadık Efendi’nin Hamdi isminde küçük yaştaki oğlunu görüp bu müderris oldu mu diye babasına sormuş: O da olmadı deyince, Şemseddin Efendi derhal Şeyhulislâma giderek müderrislik rüûsunu alarak getirip vermiştir. Kethüdazâde Menakıbı s.86 bu eser bulunsa…. Uzunçarşılı 263
Kaza ve Eyalet Kadılıkları:
Kaza kadılıkları tâyinleri kazaskerler tarafından yapılırdı. Kazada kıdem alan deftere kaydolup sıra bekler, zamanı gelince daha yüksek bir kaza kadılığına gönderilirdi. Bunlar medresede okuyup müderrisliğe geçmeden kadılığı tercih edenlerden olurdu. Fakat sonra bu kadılıklar himaye, rüşvet ile medrese tahsili görmiyenlerden de tayinler yapıldığından bu cahillerin ellerinden halkın ne çektiğini tasavvur kolaydır. Hususiyle mütegallibe sınıfıyla işbirliği yapmış olan kadıların ahvalini 1. Ahmed’in adalet fermanı göstermektedir. 263
Yüksek hakimlikler (mevleviyetler) heyet-i hakimenin en mümtaz ve güzide ailelerine münhasırdır. Terakki ve terfi için mevzu usul yalnız İstanbul’daki müderrisler hakkında tamamen riayet olunagelmektedir. Esasen bu da ancak ilk derecede bulunanlar (mahreç müderrisleri) hakkındadır. Bu derecede bulunanlar hakkındaki terfiler liyakat ve kıdeme göre yapılır; fakat daha yukarı derecelere terfide nesep, soy, sop ve iltimas icra-yı tesir eder.
Gerek müderrislikte, gerek mollalıkta halen en mühim emvkiyer yüksek ailelerin iblgiil mülki mevrûsları makamındadır. Tahsillerini babalarının evlerinde yapan bu ailelerin çocukları denilebilir ki daha beşikte iken müderris sınıfına kayıt ve idhal olunmaktadırlar; hattâ vükela paşa ve hemen bütün rical-i devlet , çocuklarını bu heyet-i muhtereme meyanına ithal eylemeyi pek büyük bir şeref addederler, bunların padişahtan istihsal eyliyecekleri en büyük lütuftur… Su suretle zhakimlik sınıfına kayıtlı çocuklar(Molla Bey) ünvanınıalarak sairlerinden temeyyüz ederler. Bu çocukların kabulü için pâdişahın bir irade-i hususiyesi kitiza ederken mollaların çocukları için şeyhülislamın rıza ve muvafakati kâfi gelmektedir. 264 Uzunçarşılı.
Bir memleketin esas dayanağı olan adalet makamının ne halde ve ne gibi ellerde olduğu görülüyor. 266 uzunçarşılı.
2.Meşrutiyette sonra medreselerde okutlan dersler:
Birinci sınıfta: Dürer, mecelle, ferâiz,sakk-ı şer’î, ceza kanunu, medhal-i ilm-i hukuk, hukuk-i düvel, iktisat, ketabet-i resmiyye, hüsn-i hattı tâlik.
İkinci Sınıfta: Dürer, mecelle, ferâiz, sakk-ı şer’î, arazi kanunu, usul-i muhakeme-i hukukiyye, usulü muhakemât-ı cezaiyye ve sulh, hukuk-i düvel,iktisat, iktabet-irnesmiyye, hüsn-i hattı tâlik.
Üçüncü sınıfta: Dürer, mecelle, sakk-ı şer’î, defter-i kassam, arazi kanunu, ticaret-i berriye kanunu, usul-i muhakeme-i hukukiyye, tanzim-i ilâmat-ı hukukiyye, usul-i muhakemat-ı cezaiyye ve sulh, tanzim-i ilâmat-ı cezaiyye, hukuk-i düvel.
Dördüncü sınıfta: Dürer, mecelle, tatbikat-şer’iyye, sakk-ı şer’i, ahkâm ve nizamâtı evkaf, ticaret-i bahriyye kanunun, icra kanununu, tatbikat-ı hukukiyye ve cezaiyye, hukuk-i idare. Uzunçarşılı 269
MEVALİ VE MÜDERRİSLERE DAİR KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ZAMANI VAZOLUNUP TATBİK EDİLEN KANUN:
Kanun-i kadîm-i Sultan Süleyman Han alleyhi’r rahmetü ve’l gufran hazretlerinin zaman-ı şeriflerinde olan kanundur malûm ola.
MEnasıbı Süleymaniye olan Efendiler: … Müderris efendiler şart-ı tâyin ettiğü üzere haftada üç gün veya dört gün tahsil-i ilm-ü marifet ve mâni-i şer’î olmadıkça dersi terk edüb devr-i ebvab etmiyeler ve illa derse müdavemet etmezlerse vakfın tâyini üzere varmazlarsa mütevelli varmadıkları günün vazifesini alıkoyub vermiyeler.
Krık akçe medreseden mâzul olanlar ehl-i ilim ve fâikü’l akran olurlarsa oniki sene infisalden sonra şeyhulislâm sellemehüsselam hazretlerine varub tezkerelerin götürüb âsitaneye defterlerin kaydedüb mülâzemete izin alurlar ve illâ Kazasker kapısına varub kadı olmağa mülâzemet ederler… ehl-i ilim olub ve fâikü’l-akran oldukta altı seneyi tecavü ettikte yediye bastıkta mülâzemete izin verilmiştir.
Tariki olmayub ve cahil olub vüzerrâ-yı îzamdan ve vükelây-ı devletten biirne intisab ve imam olup gelüb şefaatle cahili ehl-i ilme takdim edüb inkisar almıyalar: zira fukarây-ı ulemanın inkisarı âlemi harab eder. İnkisardan sakınub ehl-i ilme medrese verilüb ve indallah ve indennas me’ur olalar.
…x
n
274 menasıbı mehâric-i Süleymaniye olan efendiler.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —