Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış
Kuran Işığında Tarikatçılara Bakış – Şeyh Efendilerle Görüşme
Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır
Beşinci Baskı / İstanbul 2006
Süleymaniye Vakfı Yayınları / 5.Baskı 0212.5130093 www.suleymaniyevakfi.org/com/net
Tasavvuf nedir? İmam Rabbani Mektubat c.1 s.50 Tasavvuf’u bul mektupların içinde.
ÖLÜDEN YARDIM İSTEME:
MÜRİT- Şu hadisi kabul etmediğinizi söylemişsin. “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz.” Bunun neresine karşı çıkıyorsun? Kabirdeki ölüden yardım istemek ondan ibret almak demektir.
BAYINDIR-Öyleyse neden ölülerden ibret alın, denmiyor da yardım isteyin deniyor? Hadis diye uydurulmuş. ….Temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan peygamberimizin Kur’an’a aykırı sözü olur mu?
Bu sözü hadis diye ortaya atan, Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislamı İbn-i Kemal’dir. Aslı astarı olmayan söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere hazırlanmaları” gerekir. s.14
MÜRİT-Yaşayan bir insandan yardım istemiyor muyuz? Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur ve daha çok yardım yapma imkanı elde eder. Bunlar birçok tasarrufta bulunurlar.
BAYINDIR-Kılınç gibinin Kur’an’dan ve sünnetten bir dayanağı var mıdır? Ölmüş bir velinin daha çok iş çevirebileceğini ifade ettiniz. Dayanağınız nedir?
MÜRİT- Söyleyen alimler var. S.15
MÜRİT-Kabirlere giderek hastalıklarına şifa bulanlar var. Bunlar en güvenilir zatların ağzından anlatılıyor, ona ne diyeceksin?
BAYINDIR-Benim bir şey demem gerek yok. Ayetler bunun olamayacağını söylüyor.
MÜRİT-Benim kızkardeşim yürümezdi. Toroslarda bir zatın türbesi var. Şifa olur dediler. Gittik. Geceleyin hemşirem birden yürümeye başladı. Sırtımızda götürdük, yürüyerek geldi. Buna ne diyeceksin?
BAYINDIR- İnsanların önüne dini lider diye geçenler hiç Kur’an okumazlar mı? Bir ölünün kabrine gidip ondan şifa beklemek akıl kârı mıdır? Hiç düşünmez misiniz? Dirilerin yapamadığını ölü nasıl yapar? “..sen ölülere bir şey işittiremezsin” (Fatır 35-22)
Eğer böyle bir şey olsaydı o kabrin bulunduğu yere asfalt yollar, oteller, konaklama tesisleri yapılırdı. Mesela Kadiri ve Rufai tarikatlarına mensup kişiler vücutlarına şiş batırırlar. Bazıları bunu, o tarikata mensup keramet sayarlar. Öte yandan Hintliler özel dini günlerinde vücutlarına kılıç saplarlar. Bilek kalınlığındaki kamışları bir yanaktan sokup diğer yanaktan çıkarırlar. Eğer Kadirilerinki keramet isi, bunun daha büyük keramet sayılması gerekir. Her ikisinin de dinle ilgisi yoktur. Yanlış olan onu dinle ilgilendirmektir.
BAYINDIR- Bazı tarikatlar veli ve şeyh ruhlarının Allah ile kul arasında vesile ve vasıta olduğu kabul edilerek dua sırasında onların ruhaniyetinden yardım istenir.
ŞEYH EFENDİ-Sen vesileyi kabul etmiyorsun. Delilimiz vardır. Ama’nın gözleri meselesi…
BAYINDIR- “(Ya Muhammed) De ki: “Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bile bir fayda ve zarar verecek durumda değilim.” (Araf 7?88) s.26
ŞEYH EFENDİ-Evliya peygamberin varisidir. Peygamberin yaptığını onlar da yaparlar. Siz ne derseniz deyin, biz Allah ile kullar arasında evliyaullahın vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhlarından istimdad eder, istianede bulunuruz.
BAYINDIR-Peki “iyyake nestain.” –yalnız senden yardım isteriz (Fatiha 1/5) nerede kaldı? Bu ayeti günde kırk kere namazda okuruz. Allah Teala şöyle buyurur: “And olsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından da yakınız.” (Kaf 50/16) Allah bize şah damarımızdan yakın olduğuna göre velilerin ve büyük şeyhlerin ruhları nerede boşluk bulur da araya girerler?s.27-28
EVLİYANIN YARDIMI
ŞEYH EFENDİ-Abdülkadir Geylani hazretleri buyururlar ki “Müridim ister doğuda olsun ister batıda. Hangi yerde olsa da yetişirim imdada.”
BAYINDIR-Bu çok sayıda ayete açıkça aykırıdır. ….Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yardım istenir, o da yardıma koşarsa artık kim Allah’a sığınma ihtiyacı duyar?
ŞEYH EFENDİ-Abdülkadir Geylani’ye inanmıyorsan seninle konuşacağımız bir şey yoktur.
BAYINDIN- Abdülkadir Geylani’ye inanmak imanın şartlarından değildir ama Kur’an’a inanmak imanın şartlarındandır. Bana göre bu zatlarla ilgili bilgilerin çoğu uydurmadır. Allah’ın peygamberi için hadis uyduranlar Abdülkadir Geylani için, Mevlana için, İmam Rabbani için niye bir şeyler uydurmasınlar? Ama Abdülkadir Geylani’nin kendisi gelip bu sözü söylese, bir bildiği vardır demez, tereddütsüz reddederiz. Çünkü biz ahirette Abdülkadir Geylani’den değil, Kur’an’dan hesaba çekileceğiz. S.34
MÜRİT-..hacca gittiğimde Arafat’tan inerken şeyhimin himmetini (manevi yardım) gördüm. Halbuki o Türkiye’deydi. Arafat’tan o kadar kolay indim ki. Sabahın sekizindi otelde idim./..Şeyhimin Allah katındaki değerinden dolayı Allah onun müritlerine yardım ediyor.
BAYINDIR-Peki saat sekizden önce otele gelenlere kim himmet etti? ..siz şeyhinizin ahirette şefaat edeceğine de inanıyorsunuz? Şeyhler müritlerini hem dünyada hem de ahirette kurtarabilirlerse onlar için şeyhlerini memnun etmek her şeyden önemli olur. Artık Allah’a yalvarma gereği ortadan kalkar. Bu batıl bir yoldur. Eğer hak yola gelmezseniz sonunuzun çok kötü olacağından endişe ederim. S.37
YENİLGİ
Birinci dünya savaşındaki kesin yenilgi bir başlangıç değil, bir sonuçtur. Bunu bir askeri yenilgi saymak kolaycılık olur. O kendine güvenini yitirmiş bir toplumun yenilgisidir. S.63
Kur’an herkes için bir öğütten başka bir şey değildir. (Nun 68/48-52)
Sultan 2.Abdülhamit’ten acı bir hatıra:
Japon prens imparatordan özel bir mektup getirir. İmparator, Sultan’dan İslâm dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini açıklayacak güçte dini-ilmi bir heyet ister. Sultan Japonya’da İslâm’ın yayılması için maddi sahada mümkün olan her şeyi yapar ama bu heyeti gönderemez. O Sultan’ın içinde hicran yarasıdır. Sebebini şöyle açıklar:
Düşündüm ki, Japon imparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife olarak İslâm âleminin istifadesini temin ederdim. Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz menbalar artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim irfan kaynağı olmaktan mahrumdu. Fethi Okyar Üç Devirde Bir Adam İstanbul 1980, s.101-103 Bayındır s. 69 (Osmanlı medreselerine kullan.2.Cilt’e)3. Selimin de medreseden Amaam dediği olay var. Bulunacak
MÜRİT-Âlimlerin Kur’an’dan uzaklaştığı bir yerde tarikatlara bu kadar yüklenmek olmaz. Onların yanlışları görmezlikten gelinebilir.
BAYINDIR-Âlim ve cahil ayrımı olmadan herkes, Kur’an’a aykırı davranışlarının hesabını Allah’a verecektir. Alimlerin suçu tabii ki daha ağırdır.
Hurafe sigara gibidir. Ona alışan, kötü olduğunu bilir ama bırakamaz. Kur’an’dan uzaklaşan alimleri de hurafe tiryakisi yapmış, Kur’an’a temelden aykırı nice şeyi normal görmelerine sebep olmuştur.
Örnek:
Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına girmesi ile ilgili resmi belgelerde, savaşı kazanmak için Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin yardımcı olacağı vurgulanır. Sanki O, Allah’ın elçisi değildir de haşâ, Allah’ın yanında ikinci bir Tanrıdır. Sanki o ölmemiştir de diridir. Sanki o kendine yapılan çağrıları işitir, olayın geçtiği yeri görür, gelir ve istediğine istediği yardımı yapar. Sanki O, o günkü âlimlere ve komuta kademesine bu konuda söz vermiştir. Allah Teâlâ bunu en büyük sapıklık sayıyor. Kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? (Ahkâf 46/5)
Sultan Reşat’ın savaş ilanı ile ilgili beyannamesi:
… düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz olan Allah’ın yüce desteğinin ve şanlı Peygamberimizin manevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağında şüphe yoktur.
Başkumandan vekili Enver Paşa’nın beyannamesi:
“Allah’ın inayeti, Peygamberimizin imdâd-ı rûhaniyesi ve mübarek padişahımızın hayır ve duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahredecektir. ….hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygamberimizin ve sahabe-i güzin efendilerimizin ruhları uçuyor… s.72
MÜRİT-Müslümanlar kâfirlere karşı cihada çıkıyorlar. Bu Hz. Peygamberi memnun edecek bir davranıştır. Elbette O, ruhaniyetiyle Müslümanlara yardım edecektir. O’nun seçkin sahabelerinin ruhlarının Müslümanların başları ucunda uçması da yadırganamaz. Çünkü bu savaşta sahabeler de yer almak isterler.
BAYINDIR- .. ellerinden gelen her şeyi yaparlardı. Ama artık onlar ölmüşlerdir. Bizim yapmamız gereken kendi hayallerimize değil, Kur’an’a uymaktır. Allah Teâlâ kendisinden başkasının yardıma çağrılmasını Kur’an’da şirk saymış ve kesinkes yasaklamıştır. “…Ondan başka çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. (Fatır 35/13-14) s.75
MÜRİT-Peki tarikatlardan ne istiyorsun? Resmen kapalıdır Halka mal olmuş sosyal bir kurumu kapatmakla işi bitmez. Hurafeler yok olmaz. Zihinler hurafelerden temizlenmeli ve doğru bilgilerle donatılmalıdır. Sahada yeterli çalışma yoktur. Halkımızın önemli bölümünün hurafelere kanmaları bundandır. Bu çalışmalar sürekli olmalı. Küçük bir ihmal hurafelere kapı açmak olur.
MÜRİT-Bunca alim yanlış da sen mi doğrusun? Senin ilmin onların ilminden daha mı fazla?
BAYINDIR-….Eğer insanlar üzülecek veya size karşı gelecekler diye doğruları söylemezseniz ilminizin büyüklüğüverdiğiniz zararı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Tanınmış bir alim bana şöyle dedi:
-Abdülaziz Bey, tasavvuf ve tarikatla uğraşmayı bırak. Hurafe olmazsa tasavvuf da olmaz. ..bunlar ıslah olmazlar. Ben senin için endişe ediyorum.
Dedim ki-Siz Cumartesi yasağını çiğneyen Yahudilere karşı mücadeleden kaçanlara benziyorsunuz. …bir nefes alacak kadar ömrümün kaldığını bilsem, bir nefesi bu gibi yanlışları düzeltmek için harcamak isterim. Ünlü olma, dünyalık arzusu nice alimi şaşırtır. İlim helal mala benzer. Helal malıyla kötülük yapanlar gibi ilmiyle halkı saptıranlar da vardır. Doğruları bilen çoktur ama söyleyen azdır. S.79-85
Görünmez erenler: (rical’ül-gayb)
MÜRİT-Sen şimdi üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavsları da mı kabul etmiyorsun? Kutup en büyük velidir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfîler, “Yetiş ya Gavs” diye gavsa sığınırlar. Gavs istimdad edene yardım elini uzatır, Abdülkadir Geylani, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür. Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile sayıları on ya da üçyüz olan “nukaba” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.
BAYINDIR-Kutup tasarruf sahibidir diyorsunuz. Mekke müşriklerinin Kâbe’yi tavaf ederken “emret Allah’ım, senin hiçbir ortağın yoktur, yalnız bir ortağın vardır ki onun da bütün yetkilerinin sahibi sensin” demeleri gibi olmuyor mu?
MÜRİT-Allah dünyanın cismani düzeninin sağlamak için bazı insanların birtakım görevler üstlenmelerini murâd ettiği gibi, âlemdeki manevî ve rûhânî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. “Allah’ın yeryüzün kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır. (*) (Hasan Kâmil Yılmaz. Altınoluk Dergisi Aralık 1995 sayısı)
BAYINDIR- Bunlar Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı kimselerdir, diyorsunuz ama ifade tarzınız buna inanamadığınızı gösteriyor. “Denizi size musahhar kılan Allah’tır……Bunda düşününler takımı için esaslı dersler vardır:” Bunlar tüm insanlara musahhar kılınmıştır. Musahhar kılma, kimi şahıslara ayrıcalık tanıma değildir.
MÜRİT-Üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavslar sıradan insanlar değil ki. Bütün peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir.
BAYINDIR- Madem öyle, hangi peygambere “alemdeki manevi ve ruhani düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin giderilmesi görevi verilmiştir?
İnsana sınırlı yetki veren Allah, Muhammed Sallallahu aleyhi veselleme şöyle emrediyor:
“De ki: Benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de olgunlaştırmaya. …benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar.” Cin 72/21-23
Alemdeki düzenin korunması yalnız Allah’ın emrindedir. Bu konuda birilerini yetkili saymak şirk olur. S.91/96
Mucize göstermek elçinin elinde değildir. Allah ne zaman isterse mucizeyi o zaman yaratır.
MÜRİT-Temiz ruhlar insanlar için koruyuculuk yaparken habis ruhlar da zarar vermek için çalışırlar. Bütün yerlerin altında bunlar bulunur. İrade bakımından zayıf insanları tesir altına alırlar ve kullanırlar.
BAYINDIR- Çok ağır bir iddia. Bu hayrı yüce ruhlardan, şerri de süflî ruhlardan belemek olur. Allah Teâla şöyle buyurur: “Sana ne iyilik gelse Allah’tan gelir. Sana ne kütülük gelse kendinden gelir. Seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak Allah yeter.” (Nisa 4/79) “De ki: Allah’ın dilemesi dşında ben kendime bili bir fayda zarar verecek durumda değilim.” (Araf 7/188)
Allah göklerin ve yerin sahibidir. Onları koruma yetkisini kimseye vermemiştir. Ayetel kürside şöyle buyurur: “Onun hakimiyet alanı gökleri de kaplar yeri de. Her ikisini de korumak kendisine ağır gelmez. O yücedir, uludur.” (Bakara 2/255)
Bilinmezi (gaybı) bilme:
Gayb, duyulardan uzak olan ve kişinin hakkında bilgisi olmayan şeye denir. Şeyhler gaybı bildiklerini iddia ederler, Hatta daha da ileri giderek kıyametin ne zaman kopacağını, yarın ne olacağını ve nerede öleceğini bildiğini söyleyenler bile vardır. Bu konuda Kur’an’ın nasıl hiçe sayıldığına örnek verelim: “Kıyamet saatinin bilgisi şüphesiz Allah’ın kendisindedir. ….hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir. Her şeyden haberdardır. (Lokman 31/34) S.108
“De ki: “Eğer gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bin uyanıcı ve bir müjdeciden başka bir şey değilim. (Araf 7/88)
Peygamber bu durumda ise ya diğer insanlar ne durumda olur?
Ahmed b. el Mübarek şeyhi Abdülazziz ed Debbağ’a sordu:
!-Efendim, zahir alimlerinden hadisçiler ve başkaları Kur’an’da Lokman suresinde geçen gaybla ilgili beş şeyi Allah’ın elçisi sallallahu alleyhi vesellem efendimizin bilip bilemediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Şeyhin cevabı:- Gaybla ilgili bu beş şey Allah’ın elçisi sallalahu aleyhi vesellem efendimize nasıl meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufla yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi gerekir. (Abdülaziz el Debbağ, el-İbriz Çeviren Cellal YILDIRIM İst.197 c.1.s521-522.)
O zaman yukarıdaki ayeti haşa hükümsüz sayıyorlar.
Esat Coşan (Halil Necatioğlu) Evliyanın kerameti haktır. Başyazı İslâm Dergisi Ağustos 1992. Sayı 108 Bu yazı Süleymaniye Camiinde verdiğim bir vaaza cevap olarak kaleme alınmıştır. Sayın Coşan’ın bu yazısı benim tasavvuf ve tarikatlarla yakından ilgilenmeme sebep oldu. Elinizdeki kitapçık o zaman başlayan, sonra genişleyen tartışmaların ürünüdür.) s.113
ŞEYH EFENDİ-Evliyaullahın insanın kalbinden geçeni bilmesi haktır ve vakidir; buna “keşf-i zamair, keş ma kulûb” derler. Birçok tasavvuf kitabında, evliya terceme-i halinde misalleri bol ol vardır.
Esat Coşan nakşi Tarikatının Halidi kolu şeyhlerindendir. Bu tarikat İstanbul’da İskenderpaşa Camii imamı merhum M.Zahit Kotku ‘nun devamı olduğu için İskenderpaşa cemaati diye anılır.
Abdülaziz Debbağ gibi Kur’an’ı hiçe sayan ve kendini Kur’an’ın üstünde gören burnu büyüklerin sözlerini buraya almak istemezdim ama ne yazık ki Müslümanların inançları bu gibi sözlerle kirletilmektedir. S.109
Bayındır- Rahmetli M.Zahit Kotku, ehl-i sünnet akaidi adlı kitabında (.134), bir kimseyi kâfir eden sözleri ve halleri belirtirken şunları yazıyor: “Gaybı biliyorum” iddiasında bulunanı tasdik eyleyen. Ben çalınan malların yerini bilirim diyen. Bana cinler haber verir diyen ve onun bu sözünü tasdik eyleyenler (kâfir olurlar) Zira gaybı ne ins (insan) bilir, ne cin bilir. Yalnız cenab-ı hak bilir.
Şimdi siz varın “Evliyaullahın insanın kalbinden geçeni bilmesi haktır ve vakidir.” Diyen kişinin yerini tayin edin.
ESAT COŞAN, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın başına rahmetli Kotku ile ilgili olarak şunları yazmış: “…insanın kalbinden geçirdiğini bilir gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı.” S.114
BAYINDIR- Medine’de hacılarla sohbet ederken gaybı Allahtan başka kimsenin bilemeyeceğinden bahsettim. Müridelerinizden bir hanım dedi ki, “Siz öyle söylüyorsunuz ama ben biliyorum ki, benim şeyhim gece yatakta kaç kere sağ sola döndüğümü bile bilir.”
ŞEYH EFENDİ- (ileri atılarak) Allah bildirirse bilemez mi? Allah’ın buna gücü yetmez mi? …
ŞEYH EFENDİ- Allah Teala şöyle buyurur: “O bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak dilediği elçi bunun dışındadır.” (Cin 72/2-27) Evliya Allah’ın elçisinin varisi olduğu için Allah’ın elçisine açıklanan onlara da açıklanır. S.119-120
ŞEYH EFENDİ-Allah bazı şeyleri şeyhlere vahyeder. Allah Teala Musa aleyhisselamın annesine vahyetmedi mi? “Musa’nın annesine onu emzir diye vahyettik.” (Kasas 28/7)
MÜRİT-Allah arıya bile vahyetmiştir, şeyhlere niye etmesin?
BAYINDIR-O ayetlerde geçen vahiy kelimeleri ilham anlamındadır. Yani Allah’ın onların içine böyle bir duygu verdiğini bildiriyor. Bu tavrınızla siz çok tehlikeli bir işe girdiniz. Gaybı bilemeyeceğinizi bir türlü hazmedemediğiniz için, Allah’ın gaybını bildirdiği elçilerin yerine geçmeye çalışıyorsunuz. S.123.
Sonuç:
BAYINDIR-Muhammed (s.a.v.) son elçi olduğu için artık vahiy alma ve mucize gösterme kapısı kapanmıştır. Ona varis olmak, onun Kur’an’ı tebliğ görevini üstlenmek demektir. Bunun dışında bir mirasçılık söz konusu olamaz.
BAYINDIR-Siz etrafınıza toplanan insanlara bakarak “Yolumuz yanlış olsa bu kadar kişi peşimize takılmaz” diyorsunuz. Çokluğa aldanmamalıdır. Çinli komünist lider Mao daha çok insanın topladı ama bu onu kurtarmayacaktır. Maddi imkânlarınızı sizi dinleyenlerin çok olmasını ve halkın saygı göstermesini de doğru yolda olmanın delili sayıyorsunuz. Sonunda iyice şımarıyor, şeyhinizin kendine bağlananı, hem dünyada hem de ahirette kurtaracağını söylemeye başlıyorsunuz.
ŞEFAAT:
Şefaat terimi, bazı müminleri bağışlaması için, ahirette Allah’tan istekte bulunma anlamına gelir.
MÜRİT-Biz burada şeyh efendi ile iyi geçiniyoruz ki, belki ahirette eteğinden tutarız, belki bize faydası dokunur.
BAYINDIR- Yani size şefaat edeceğini mi söylüyorsunuz?
MÜRİT-Neden olmasın. Büyük şeyh İsmet Garibullah şöyle buyurdu: .. şeyhini şefaatçi, aracı kıl ki,seni sevinçle doldursun.
BAYINDIR-Allah hangi şeyhe böyle bir yetki vermiştir? S.160
MÜRİT-Bizim şeyhimize bakışımız, onun bize yardımcı olacağı yolundadır. Mesela bu gün mahkemede avukat tutma zorunluluğu yoktur ama genellikle avukat tutanlar davayı kazanırlar. Şeyh efendi de bizim avukatımızdır.
BAYINDIR-Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle dedi: “.. Ama ben Allah’ın elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vallahi bilmiyorum.”
Ama siz şeyhinizin cennete gireceğinden emin olduğunuz gibi Allah’ın huzurunda sizi savunacağından da eminsiniz. Peygamberlerde bile olmayan bu güven size nereden geliyor?
Sonra bize şah damarından daha yakın olan Allah’ın gözünden kaçan bir şey mi var ki avukat –lığınızı yapacak olan şeyhiniz haşa, Allah’ın huzurunda onu(Allah’ın gözünden kaçanı) hatırlatacak olsun. Ya da Allah, haşa, yargılamada hata mı yapacak ki şeyhiniz ona engel olsun? Ne kadar yanlış bir yolda olduğunuzu anlıyorsunuz değil mi? Şu ayetler üzerinde çok düşünmek gerekir: “Onlar Allah’tan önce o şeytanları kendilerine evliya edindiler. Zannediyorlar ki, doğru yoldadırlar.” Araf 7/30
MÜRİT-Müftü ile görüşmek istesen, araya bir kapıcının girmesi, bir kişinin seni müftüye takdim etmesi gerekir. Araya kimse girmeden bir yetkiliyle, bir bakanla pat diye görüşebilir misin? İşte şeyh efendi de bizimle Allah arasında bir vesile, bir vasıta olmaktadır.
BAYINDIR- Bu inanç insanı şirke sokar. Şirk zaten Allah ile kul arasına vasıta koymaktır.
BAYINDIR-….Lütfen bana söyler misin, yaratan, besleyen büyüten ve sana senden yakın olan Allah mı seni daha iyi tanır, yoksa şeyh efendi mi?
MÜRİT-Tabii ki Allah.
BAYINDIR-Peki şeyh efendi senin neyini Allah’a tanıtacak.
MÜRİT-……….?!
rabıta
BAYINDIR- Bir de rabıtanız var?
ŞEYH EFENDİ- Doğru. Bak, bu işi biz uydurmadık. Halid-i Bağdadi Hazretleri, Risale-i Halidiyesinde şöyle buyurur:
“Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne, hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevla ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp , senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.
BAYINDIR- Aman Allah’ım! Söyler misiniz bana, bunu neye dayandırıyorsunuz?
ŞEYH-Bunun delili vardır. Ebubekir (r.a) kaza-i hacet için (tuvalet) efendimiz (sav) den hali yer bulamadığından, bu durumu efendimize şikayet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi (Ruhul Furkan C.2. s.76) … Ebubekir tuvalette, ihtiyacını karşılarken bile Muhammed (sav)i hayal ediyordu.
BAYINDIR- Heykel yasak olmasaydı, şeyhin heykelini yapar mıydınız?
MÜRİT-Belki o da yapılırdı. Her mürdin evindeşeyhin bir heykeli bulunailirdi.
BAYINDIR- O zaman mürit şeyhinin putu karşısına geçecek, ona rabıta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardım isteyecekti. .. Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası değildi. Aradan heykeli kaldırıp şeyhin hayalini geçirmek neyi değiştirir? Puta tapanlar da zaten taştan, ağaçtan bir şey beklemiyorlardı….
MÜRİT-Sadık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır…. Şeyhin emri altında sükunettir…
BAYINDIR-Bağlılığın da bir sınır vardır. Burada bütün sınırlar aşılıyor. İnsanları kendine köle eden bir tek peygamber yoktur. Bunun için kölelik kelimesi de yetersiz kalır. Peki, bu şeyhe ibadet değildir de ya nedir?
MÜRİT-Bunun neresi ibadet Allah aşkına?
BAYINDIR- Sadece ibadet yok, yardım isteme de var. Her ne kadar günde kırk kere “Allah’ım yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz” deseniz bile söylenenlerde hem Allahtan başkasına ibadet var, hem de Allah’tan başkasından yardım isteme.(İstiane)
MÜRİT- Çok ağır ithamda bulundunuz.
BAYINDIR-Sizi Allah’ın açık ayetlerine çağırıyorum.
MÜRİT-Bunca kâfirler var, niye onlarla uğraşmıyorsunuz da Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmak zorunda olduğu şu günlerde bize saldırıyorsun? Bu kadar iyi işler yapan insanları yok etmekle ne elde edeceksin?
BAYINDIR- İşte ayet: “Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı bağışlanmayı hak eden için bağışlar.” Nisa 4/48 s.177
ŞEYH EFENDİ-(Alnını göstererek) Şeyhlerin alnı bir aynadır. Orada cenab-ı hak tecelli eder.
BAYINDIR- Allah Teala bir insanda nasıl tecelli eder? Nasıl gözükür? Bunun delili nedir?
ŞEYH EFENDİ-..Allah bir dağda tecelli ettiğine göre bir insanda tecelli edemez mi?
ŞEYH EFENDİ-Allah şeyhleri korur. Allah’ın buna gücü yetmez mi?
BAYINDIR-Allah’ın şeyhi koruyacağını nereden çıkarıyorsunuz?….Tamam işin sırrı şimdi çözüldü. Rabıta diye bir şey uydurdunuz ya, onun kabul edilebilmesi için bu defa da Allah’ın şeyhin alnında tecelli ettiğini uydurmanız gerekli oldu.
..Bazı tasavvuf kitaplarında daha da ileri gidilerek Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının şeyhte gözüktüğü ifade edilmektedir. Bu nasıl kabul edilebilir.? (Kotku Tasavvufi Ahlâk c.2. s.184-185) İSAM’da bul bak bu sayfaya.
BAYINDIR-Sıradan bir Müslüman olmak, ibadetleriniz yapıp işinize bakmak neyinize yetmiyor da Allah ile kul arasında bir yer arıyorsunuz? Allah ile kul arasında bir takım manevi makamlar uydurup kendinizi o makamlara yerleştirmek de nereden çıktı?
MÜRİT-Biz şeyhimizi farklı bir insan kabul ediyoruz. O diğer insanlara benzemez. 191
BAYINDIR-Bizim karşı çıktığımız, sadece Kur’an’a açıkça aykırı olan şeylerdir. Eğer bunlar Hanefi, Şafii, Maliki, Eş’ârî, Maturîdî gibi herhangi bir mezhebin görüşüne aykırı olsaydı bunu gözümüzde büyütüp sert tavır ortaya koymazdık. 192
MÜRİT-Mezhepsiz İslâm nasıl olur?
BAYINDIR-Aklını kullanan ve ilmi çalışma yapan insanların olduğu her yerde mezhep olur. İçtihat kapısını kapatmak ise ilmi dondurmak anlamına gelir. Bu da hayatı donmuş saymakla mümkün olur. Siz donmuş saydınız diye hayat donmaz. Olan size olur, gelişmelere ayak uyduramaz ve kendinizi çağın dışına itersiniz. S.204
Müslümanlar Kur’an üzerine akıl yormayı ve ona sıkı sıkıya sarılmayı asırlarca unutmuşlardır. Sonunda onu anlayamayacağımız kanaati doğmuştur. Artık Kur’an sevap kazanmak için okunan, vaaz ve nasihat için belli birkaç ayeti açıklanan kitap haline gelmiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Bunlar Kur’an üzerinde akıl yormazlar mı? Yoksa kalpler üzerinde kilitler mi vardır? (Muhammed 47/24)
“And olsun ki Kur’an’ı anlaşılması için kolaylaştırdık; ama hani anlamaya çalışan?! Kamer 54/17-22-32-40) 205
Medrese Eğitimi:
MÜRİT-Medreselerin kapanması, tefsir, hadis fıkıh ve kelam gibi ilimlerin yeteri kadar öğrenilememesi ve Arapça öğreniminin zayıflaması bizi bu hallere düşürdü.
BAYINDIR-Medrese, asırlardan beri Arap dili ve edebiyatı okuluna dönüşmüş, fıkıh, tefsir ve kelam gibi dersler birer Arapça metin anlayışıyla okutulmuştur. Kur’an Arapça olduğu için Arapçanın önemi tartışılmaz ama medresenin varlık sebebi sırf bu olmadığından o, bir dil okuluna dönüştüğü gün kapanmıştır. 222
…ilmi çalışmalar, bizim için yaratılan şeylerden daha çok yararlanmak amacıyla yapılmalıdır. Çalışma Kur’an eksenli olursa, hem araştırmacının ufku açılır, hem de dengeler korunur. 222
Tabii ilimler, fıtratı anlamaya ve tabiattan daha çok yararlanmaya yönelik çalışmalardan oluşur. Kur’an ilimlerinde uzman olan kişiler, ilgili bilim dalının uzmanlarıyla bir araya gelerek yanlış anlamayı gidermeye çalışmalıdırlar. S.225
İlmi çalışmalar Kur’an eksenli olunca insanları bu yönde eğitmek kolaylaşır. Fakat medreseler, ne dini ilimlerde ne de diğer ilimlerde üstüne düşeni yapmadığı için kendi kendini kapatmıştır. S.225
İlim adamlarının görüşlerini Kur’an ve sünnetten ayrı tutup tartışma yerine bu görüşleri (ulemanın görüşlerini??) nakleden kitaplar, ayet ve hadislerden arındırılmış, adeta bir şartlandırma yöntemiyle okutulmuştu. İşte sizin hayranlıkla andığınız medreseler Kur’an yerine bu kitapları anlamanın en yüce gaye haline getirildiği yerler olmuştur.
…Ama korkulan olmuş, Allah’ın kitabı yanında kitaplar yazılmış, Kur’an ile ilişki kesilmiştir. Bu ilişkinin kesilmesi, zorunlu olarak tabii ve sosyal ilimlerle de ilişkiyi kesmiştir. Çükü fıtratı ve sosyal hayatı anlamaya zorlayan Kur’an, artık sevap kazanmak için okunan bir metin haline gelmişti. Onu sevap kazanmak için okuyan, kaç cüz Kur’an okuduğuna ve kaç hatim indirdiğine bakar. Çünkü ne kadar çok okursa o kadar sevap kazanacağına inanmıştır. O, kaç ayeti anladığına bakmaz. 231
Bu çalışmada, Allah rızasından başka bir gaye güdülmemiştir. İslâm âleminin düşülen bu bataklıktan sağ salim çıkmasına yardımcı olun…
SEÇİLMİŞ CÜMLELER: 14.01.18.09.00
…Ama korkulan olmuş, Allah’ın kitabı yanında kitaplar yazılmış, Kur’an ile ilişki kesilmiştir. Bu ilişkinin kesilmesi, zorunlu olarak tabii ve sosyal ilimlerle de ilişkiyi kesmiştir. Çükü fıtratı ve sosyal hayatı anlamaya zorlayan Kur’an, artık sevap kazanmak için okunan bir metin haline gelmişti. Onu sevap kazanmak için okuyan, kaç cüz Kur’an okuduğuna ve kaç hatim indirdiğine bakar. Çünkü ne kadar çok okursa o kadar sevap kazanacağına inanmıştır. O, kaç ayeti anladığına bakmaz. 231
Bilgi bilinen bir şeydir. Ezberlenen şey bilgi değildir. Kaldı ki, burada marifet kelimesi kullanılmıştır. Marifet, bir şeyi olduğu gibi kavramak anlamına gelir. (Eş-Şerif Ali b, Muhammed el Cürcani, et Tarifat, s.221.-Türkçesi var mı bu kavramların)
MÜRİT-Mezhep imamları değerli kişilerdir. Onları olağanüstü saymanın ne zararı var?
BAYINDIR-Çok zararı var. O zaman iş değişir. Onlar peygamber yerine, görüşleri de Kur’an’ın yerine geçer. Şimdi bu felaketi yaşıyoruz. Hiç kimsenin mezhep imamlarına inanma görevi yoktur ama Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin Allah’ın elçisi olduğuna inanma ve elçi olarak getirdiği şeylere boyun eğme görevi vardır. Çünkü elçiye boyun eğmek onu gönderene boyun eğmektir. Ayette “Kim elçiye boyun eğerse gerçekten Allah’a boyun eğmiş olur. (Nisa 4/80 buyurulmuştur. 208)
Formül
“İslâm adına İslâm âlemini bilimden mahrum edenler” kitabım için Abdülaziz Bayındır hocamın “Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” () kitabında altını çizdiğim satırlara bir kere daha göz attım. Lâzım olan kısımları aldım. Kitabımızın konusu olmayan bir bölüm var ki unutulamaz. Bayındır Hoca Kur’an’ın bir kenara bırakılıp da “Falan ibni filan dedi ki diye uydurulan kitaplarla islâm’ın nasıl yozlaştırıldığına örnek verirken aşağıdaki bilgileri naklediyor; Beyul ıyne Muamele-i Şeriye: Faiz yasağını delme formülü. Osmanlı döneminde, bu günkü bankalar gibi kredi veren binlerce para vakfı kurulmuştur. Mesela Osmanlı Emniyet sandığındaki bir cep saati, kredi talebiyle gelen kişilerin ödeyecekleri faizi meşrulaştırmak için defalarca satılır, alanlar tarafından sandığa hibe edilir imiş. 100 altın borç alan kişi ödeyeceği faiz % 15 ise, bir yıl sonra ödenmek üzere bu saati 15 altına satın ve teslim alır, sonra sandığa hibe ederdi. 100 altın aldığı ödünç, 15 altın da saat bedeli olmak üzere 115 altın borcun senetlerini imzalar ve 100 altını teslim alırdı. 15 altın saat bedeli olduğundan faiz sayılmıyordu. İstanbul Müftülüğü Şeriye Sicilleri Arşivindeki sayısız örnekten biri de şöyle: “Ahmed Naili adlı kişi, Kili Nazırı vakfından beş yıl vadeli 2500 kuruş (yani 25 altın) borç almak için vakfa ait “Fetavayi Ali Efendi” adlı kitabı, bedeli beş yıl sonra ödenmek üzere 1500 kuruşa (onbeş altına) satın ve teslim alır. (Şeriyye Sicilleri Arşivi Evkaf-ı Humayun Mahkemesi, İdane Sicili no 743 varak 7) Böylece 25 altın anapara, 15 altın faiz olmak üzere Ahmed Naili Efendi 40 altın borçlanır. Kitabı da daha sonra vakfa hibe eder. Bu kitap veya benzeri bir kitap veya para vakfına ait bir eşya başka birine daha benzer usüllerle satılır faiz, kitap-eşya bedeli olarak tahsil edilir. Ana para da faizsiz olarak yerine ödenir. Oh ne ala memleket. 1998 yılında birkaç gün Tebriz’de kaldım. İtalya’da mimarlık tahsil etmiş bir gençle akşam yemeğinde sohbet ederken “Molladır köpoğlu, her şeye bir kılıf uydurur” demişti. Şimdi bu faizsiz borç verme işini okuduktan sonra gel de hatırlama. () www.suleymaniyevakfi.org Tel: 0212.513 00 93