Cengiz Özakıncı
İslâmda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 807-1127
Müslüman Toplumlarda Bilimsel Gerilemenin Tarihsel Kökenleri
Otopsi Yayınları.. 16.Basım Şubat 2011
cengizozakinci@hotmail.com
26.01.2016
Kölelik bulununcaya kadar savaş tutsakları öldürülüyordu. Daha eski zamanlarda onları kebap yapıp yiyorlardı. Ekonomik durum düzeyinde savaş tutsakları değer kazandılar. Hayatları bağışlandı ve emeklerinden yararlanıldı. Kölelik bulunmuştu… s.15
Helenizm’i mümkün kılan tek şey kölelikti. Kölelik olmasaydı Yunun devleti, Yunun sanat ve bilimi olamazdı. Kölelik olmasaydı Roma imparatorluğu da olmazdı. Helenizm ve Roma imparatorluğu temeli olmasaydı, modern Avrupa da olmazdı. İlk ekonomik ilerleme, üretimin köle emeği aracılığıyla artması olmuştur. Köleliğin insanlığı ilerletici bir kurum olduğu gerçektir. S.16
Burjuvazi tarihte on derece devrimci bir rol oynadı. Burjuvazi, nüfusu şehirlere çekti. Böylece nüfusun büyük bir kısmını kırsal hayatın bönlüğünden kurtardı.. Burjuvazi kırı nasıl şehre bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı barbar ülkeleri de uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, doğuyu batıya bağımlı kıldı. S. 17 Burjuvazi bir yüzyıllık egemenliği sırasında daha önceki Kşakların tümünün yaratmış olduklarından daha yoğun ve daha büyük üretici güç yarattı. Doğa güçlerine egemen olunması,, makine kimyanın sanayie ve tarıma uygulanması, buharlı gemiler, demiryolları, elektrik, telgraf, koskoca kıtaların tarıma açılması, nehirlerin su yolları haline getirilmesi, nüfus çoğalması… Toplumsal emeğin bağrında böylesine üretici güçlerin yatmakta olduğunu daha önceki hangi yüzyıl sezebilmiştir? * (Dirk Struik .Komünist Manifestoun Doğuşu Sol Yayınları s.112)
Zamanında herkes karnını doyurmak için çalışmak zorunda iken, Köle çalıştıranlar, kendilerini düşünsel işlere verebilecek boş vakti ve uygun ortamı buldular. Köleci düzende, düşünsel alanlarda uzmanlaşma başladı, doğaya egemen olma aracı olarak bilimlerin ortaya çıkıp gelişi. S.19
İlerleme: İnsanlığı tabiata egemen kılma, onun beslenme, barınma, üreme, düşünme, öğrenme, bilme, doğayı ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürme imkanlarını geliştirmeye yönelik düşünce ve çabalara ilerleme (ilericilik) diyoruz.
Peyami SAFA’nın Tanımlamaları:
Tutuculuk: İnsanoğlunun karşılaştığı her yeniliği yadsıma, benimsememe, yeniliğe savaş açma, cezalandırma, bilimsel gelişmelere kapalı olma… Tam emin olamama, psikolojik bir savunma…
Tutucu: Değişimden yana olmayan, kurulu düzene, yerleşik değerlere sıkı sıkıya bağlı olan kimse, topluluk. Bilimsel gelişmelere kapalı olan.
gericilik: Yeniliklere karşı çıkma, geçmişteki yönetim biçimini isteme, geri dönüştün yana olma. 28-29
Mürteci: Muhafazakarların soysuzlaşmış tipidir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprüyü geçmek istemez. Ona arkasını döner. Zamanın tek buudu içinde takılıp kalır.
Muhafazakar:Mevcudu muhafaza etmek isteyen.
Yobaz: Geçmişin, tarihin, dinin, milliyetçiliğin ne olduğunu bilmez, bilmeğe de lüzum görmez. Muhafazakar temayülleri istismar ederek rakiplerini ezmek, nüfuz elde etmek, çıkar sağlamak için çalışır. *Peyami Safa 20.Asır Avrupa ve Biz. Ötüken Neşriyat s.181
Abdülhamit ve irtica. S.38 bilimle doğrular ve gerçekler ortaya çıkarıldığından, Abdülhamit eğitimi ve basını baskıcı yönetiminin en büyük düşmanı saymıştır. Toplumu daha kolay güdebilmek için onu cahil, bilgisiz bırakmak gerekir anlayışıyla halkı bilgiden uzak tutmayı en yüce amaç edinen Abdülhamit, okullardaki bilimsel dersleri bin türlü baskı ve kısıtlama ile sınırlandırmış; ders programları toplumu cahil bırakma anlayışıyla düzenlendiği gibi, Abdülhamit döneminde Tarih gibi dersler tümüyle ders programlarından çıkartılmıştır. …. Öğretmenlerin, öğrencilerin. Kitapların, özetle bütün bir milletin dilsizler toplumuna dönüştüğü Abdülhamid Döneminde, Osmanlılar Tanrının kişisoyuna armağanı olan konuşma yetisinden pek az yaralanabilmişlerdir. S. 39 *Son Vakanüvis Abdurrahman Şefer Efendi. S.7 “Cenab-ı perver-digarın nice beşere en büyük lütfu sübhanisi olan fezilet-i natıkadan o devirde Osmanlılar pek az behremend olmuşlardır.”
Form, biçim demektir.
Deform, ilk biçimin bozulması.
Reform ise, özgün, bozulmamış, ilk biçime geri dönülmesi demektir. Din anlamında Reform, dinin ilk, özgün, bozulmamış biçimine geri dönüş anlamına gelir. Dini bozmak anlamına gelmez.
Bir takım İslamcılar, İslam’da reform olmaz, İslam’da reform isteyenler kafirdir, dinden çıkmıştır” derler. Oysa Kur’an ilk biçimdedir, bozulmamıştır, fakat Müslümanların İslam’ı yaşayışlarında reform olur, çünkü bu alanda bozulma vardır.s.55
Erbakan ve çok hukuklu sistem: “Benim inandığım şekilde sen yaşayacaksın” tahakkümünün ortadan kalkmasını istiyoruz. Çok hukuklu bir sistem olmalı, vatandaş genel prensiplerin içerisinde kendi istediği hukuku kendisi seçmeli, bu bizim tarihimizde de olagelmiştir. Bizim tarihimizde çeşitli mezhepler olmuştur. Herkes kendi mezhebine göre bir hukuk içinde yaşamıştır ve de herkes huzur içerisinde yaşamıştır. Niçin ben başkasının kalıbına göre yaşamaya mecbur olayım? … Hukuku seçme hakkı inanç hürriyetinin ayrılmaz bir parçasıdır.s.87 *Refah Partisi Kapatma davası iddianamesi
Bu kabile konfederasyonu istemektir. Medine sözleşmesinde her kabileye kendi yasalarını uygulama özgürlüğü tanındığından yola çıkarak uygulanmasını savunmaktadır. O sözleşme kabilelerin ihanetleriyle iki yıl içerisinde Hz. Muhammedin gözleri önünde geçersiz kaldı. O sözleşme kabileleri birkaç yıl bile uyum ve barış içinde yaşatamadı. Kabile boğazlaşmaları o sözleşmeyi uygulanmaz kıldı. S.87
Dikkat edin dünya hayatı sizi aldanmaya sürüklemesin, aldatıcılar sizi Allah adıyla aldatmasın. Lokman Suresi 33. Ayet.
Dinlerin bilimle tartılması… Benim dinim insanlığı şu şu bilimsel buluşlarla ilerletmiştir savunması yaygındır.
Taberi. (809-923) Milletler ve hükümdarlar Tarihi. I.Maarif Vekaleti 1954. S.82-97 Çeviren Zeki Kadiri Ugan-Ahmet Temir. Tanrı, güneş için arş nurunun aydınlığından 360 kulplu bir araba yaptı. Bu kulplardan her birine bir meleği görevli kıldı. Meleklerden her biri bu kulplardan birine yapıştı….
Gökte bir deniz var: Tanrı aynı zamanda göğün aşağı katmanında bir deniz yarattı. Bu deniz her yanı sarılıp tutturulmuş bir dalga olup , Tanrının buyruğu ile gökte durur. Tanrının gökte tuttuğu bu denizden yere bir damla olsun su damlamaz. Güneş, ay ve gezegenler gökteki bu denizin dalgalarının derinlikleri içerisinde gidip gelirler. Tanrı bu durumu Kur’anda anlatmaktadır. S.97.
…Güneş üzerinde gittiği arabasından yuvarlanarak gökteki o denizin derinlikleri içine düşer, Bu deniz Kur’an’da geçen felektir. Tanrı bu belgesini büyütmek ve kullarını korkutmak istediğinde, güneş bütünüyle arabadan yuvarlanır. Arabanın üzerinde güneşin en küçük bir parçası bile kalmaz. Bu sırada gün kararır. Yıldızlar görünür. Bu güneşin bütünüyle tutulma durumudur. Tanrı bundan daha küçük bir belgesini göstermek isterse, güneşin yarısı ya da üçte biri, ya da üçte ikisi gökteki denizin içine düşer, düşmeyen parçaları arabasının üzerinde kalır. Bu güneşin küçük ölçüde tutulma durumudur. S.99
Melekler güneşi ve ayı çeke çeke batıya getirirler: Siz güneş ile ayın kendilerini örten bu denizin derinliklerinden azar azar çıktığını görüyorsunuz…. Görevli olan bütün melekler bir araya toplanarak güneşi ya da ayı arabasına koyarlar, Tanrıyı ululayarak onu kutsar ve ona taparken arabayı çekerek batıya getirirler. Onu batmakta olduğu yere getirdikten sonra, güneşi o pınara sokarlar. Bunun üzerine güneş göğün ufkundan yer yüzündeki o pınara düşer.. s.100
Marifetname’den:
Taberinin dokuz yüzlü yıllarda yazdıklarının üzerinden 800 sene geçtikten sonra Erzurumlu İbrahim Hakkı 1757’de yazdığı Marifetname adlı kitapta bir takım küçük değişikliklerle yine “Kur’an’a uygundur, şeriata uygundur, dinimizce buna inanmak gereklidir” denilerek savunulduğunu görüyoruz.
“Hak Teala dünya göğü altında ve ona bitişik bir su denizi yaratmıştır… Sonra anılan deniz içinde Güneş için elmas cevherinden üç yüz altmış kulplu bir araba yaratıp her kulpu tutmak için de bir melek tayin etmiştir. Ta ki, güneşi arabasıyla o denizde doğudan batıya çekip getirenler….. Hak Teala Ay için dahi üç yüz kulplu sarı yakuttan bir araba yaratıp Ay’ı onun üzerine koymuştur. Her iki kulpu tutmak için bir melek tayin etmiştir. Ta ki Ay’ı arabasıyla o deniz içinde doğudan batıya getireler….
Hak Teala Güneş ve Ay tutulması için belirli vakitler tayin etmiştir ki, yeryüzünde bulunan kulları Güneş ve Ay’ın değişimini görüp uyanıp, kendisine yalvarıp yöneleler.
Hak Teala büyük bir meleği zelzeleye tayin etmiş ve dağların damarlarını onun emrine vermiştir. Hak Teala bir yerin halkını günahlardan alıkoyup sakındırmak istediğinde o melek Hakk’ın emri ile o yerin damarını hareket ettirir. O yerin halkı o zelzeleden uyanıp Hak Teala’ya yönelene kadar bu böyle devam eder. …Bu anlatılanların hepsine şüphe etmeden inanmak hepimiz için gereklidir. Çünkü bunlar din meselelerinin ana esaslarıdır. Ve akli delillerle kıyas etmek, (mantığa vurmak) doğru olmaz. Erzurumlu İbrahim Hakkı. Marifetname. 13.14.15. sayfalar. Aktaran Ekmeleddin İhsanoğlu. Büyük cihad’dan Frenk fodulluğuna. İletişim Yayınları 1. Basım. İst.1996 s.170,171, 173
Jean Meslier..
Köy Papazı. 1689..Tüm dinlere karşı.Ona göre dinler yeryüzünde iyi ve güzel ne varsa tümünü yıkmaktadır. Dinlere ve tanrı inancına şöyle saldırır:
Tanrı’ya inanmak gereksizdir. En doğrusu onu hiç düşünmemektir…. Din salaklık üzerine kuruludur. Her din bir saçmalıktır. Bütün dinler dipsiz bir bilisizlik, uydurma söylence, kan dökücülük ve delilik anıtıdır… Şarlatanlar din aracılığıyla yığınların deliliklerinden yararlanırlar.. Din bilinçsiz yığınları olağanüstülüklerle, mucizelerle kandırır… Bütün dinler hoşgörüsüzdür. Hiçbir din inanç ve düşünce özgürlüğünü kabul etmez. Dolayısıyla bütün dinler iyiliğin ve güzelliğin yıkıcısıdır. S.109 Güneşe tapmak bile Tanrıya tapmaktan daha usa uygundur. *(Jean Meslier Sağduyu Tanrısızlığın İlmihali. Kaynak Yayınları 65-70-73 v.d.)
Turan Dursun (1934-1990)
Yandaşlarınca Türkiye’nin Jean Meslier’i olarak nitelenen müftülükten ayrılmış Turan Dursun’a göre başta İslam olmak üzere bütün tek Tanrıcı dinler kötüdür. Dinler gericidir ve hepsi de ilerlemeye karşıdır. Dinlerin kökü kazınmalıdır. Yazdıkları yüzünden öldürülen turan Dursun görüşlerini kitaplarında şöyle belirtir: Dinsizliğimle övünüyor, onur duyuyorum. Dinler hep kan, gözyaşı, ölüm getirmiştir. Dinsizlik bir sapıklık değil, insanlığın gelişmiş, derinleşmiş biçimidir. . 113 Tüm karanlık böcekleri benden korksunlar. Korksunlar elimdeki ışıktan. * Turan Dursun Din bu. 208..283 v.d) Kaynak Yayınları
Friedrich Nietzsche (1844-1900) Tanrı. biz düşünürlere karşı üstünkörü bir cevap, bir kabalıktır. Luther, o Tanrının belası keşiş, kiliseyi ve Hıristiyanlığı tam yıkıldığı bir anda yeniden diriltti. Kiliseye saldırdı ve onu ayağa kaldırdı. S.116 *F.N. Kişi nasıl kendisi olur Say y. 32.119, 120-. Zerdüşt Böyle Diyordu. Varlık Y. S 26)
Hıristiyanlıkta İlericilik ve gericilik. S. 163
Machiavelli (1469-1527) Ünlü düşünür Machiavelli Hristiyanlığa ateş püskürerek; “Hıristiyanlık kişileri pısırıklaştırıyor, alıklaştırıyor, yazgıcı, bir lokma bir hırkacı yapıyor, bu nedenle Osmanlılardan tokat üstüne tokat yiyoruz” diyordu…. BU ilkeler bence insanları daha zayıf hale getirmekte. Onları kolay bir şekilde kötülerin kurbanı olmaya hazırlamaktadır. Kötüler, cennete gidebilmek için dayak atmaktan çok dayak yemeye hazır olan insanlara korkusuzca zulmedebileceklerini gördüler. Ama eğer bu dünya kadınsı ise. Gökyüzü savaştan caymış görünüyorsa bundan yalnız dinimizi erdeme göre değil, tembelliğe göre yorumlayanların alçaklığını suçlayalım. Machiavelli. Hükümdar Hıristiyan dininin eleştirisi s.130
Türkiyede birçok aydın Machiavelli’nin ve Nietzche’nin Hıristiyanlığı eleştirmekte kullanldıkları tüm söleri Müslümanlık için kullanmaktadırlar. Bunlardan biri olan Mehmet Akif 1910’ylarda Müslümanlar camilerde şöyle sesleniyordu: “Biz Müslümanlar Allah ile pek laubaliyiz! Zannediyoruz ki, Cenab-ı Hak oturduğumuz yerden isteyivermekle hatırımız için ilahi kanunlarını değiştirir. Zavallı bizler. Sana emeksizce yaşamak, çalışmaksızın amacına erişmek hakkını , böyle bir ümidi kim veriyor?….Müslümanlık galiba. Belki. Hani Müslümanlık bir uhuvvet (kardeşlik) husule getirecekti? Nerede? Bu gün Müslümanlar kadar dağınık bir millet var mı? Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor. .. Müslümanların hepsi cahil; Arap’ı cahil, Türk’ü cahil, Kürt’ü cahil, Arnavut’u cahil, hepsi cahil. Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz. .. doğrusu dünya dünya olalı, gafletin, cehaletin, körlüğün, sağırlığın bu mertebesi ne görülmüş ne işitilmiştir. Doğrusu cehlin bu derecesi de mutlaka tahsil ile elde edilmek lazım gelecek. Kanaatı, tevekkülü, sabırı, hepsini yanlış anladık. Sabır katlanmak değil göğüs germektir. Önceden her türlü zorbalıklara her türlü sıkıntılara mertcesine, insancasına göğüs germek. Hele tevekkül hiç bizim anladığımız mahiyette mi? Tevekkül, Kuran’ın gösterdiği, hadisin gösterdiği tevekkül bütün esbaba sarıldıktan sonra olan tevekküldür. Biz cehaletimiz yüzünden dini bu hale getirdik. Din de bizi bu hale getirdi. İslam dini bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu. *(Mehmet Akif’in kuran-ı Kerim tefsiri, meviza ve Hutbeleri s.117 vd.)
Alman Köylülerinin 1400’LERDE Osmanlı köylülerine özendikleri, Osmanlı yönetimine girmeyi kendileri için kurtuluş saydıkları ve Alman köylü sınığının Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarında olup bitenleri yakından izlediği Luther’in yazılarında belgelenmiştir. S.173 c Özakıncı
Hıristiyanlıkta gericiliğin doğuşu
Roma imparatorluğu başka dinlere bağlı çeşitli soydan insanları birbirlerinin dinine saygılı, barış içinde tutuyordu. Pax Romana:Roma Barışı… Hıristiyalık ise diğer dinleri ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. İlk yıllarında bunu açığa vurmadı. Bütün dinler için özgürlük istiyormuş gibi davrandı. Gizli bir dernek gibi örgütlendi, yeterince güçlenince Roma yargısını ve yasalarını tanımayıp kendi işlerinde yalnızca kilisenin yetkili olduğunu savunmaya başladı. Çok hukuklu düzeni savundu.
Necmettin Erbakan’da 23 Mart 1993’te Hüsamettin Cindoruk başkanlığında siyasi Parti Başkanlarının Anayasa değişikliği görüşmesinde şunları söyledi: “Benim inandığım şekilde sen yaşayacaksın” tahakkümünün ortadan kalkmasını istiyoruz. Çok hukuklu bir sistem olmalı. Vatandaş genel prensiplerin içerisinde kendi istediği hukuku kendisi seçmeli. Hukuk seçme hakkı inanç hürriyetinin ayrılmaz bir parçasıdır..
1900 yıl önce Kilise Babaları Roma yargı düzenine başvurmadan aralarındaki meseleleri, gizlice Kilise yargısına başvurarak çözümlemeye çağırdı. Hıristiyanlar Roma yönetimini ellerine geçirmeden önce Roma yargı düzenini ikiye bölmüş oldu. S.176 c. özakıncı
Muhalefetteki Hıristiyanların özgürlükçü maskesi:
1900 yıl önce Roma’daki Hıristiyanlar ne yaparlarsa özgürlük adına yapıyorlardı. Devlet dini oluncaya kadar Hıristiyanlar dinde özgürlük ilkesinin şampiyonu gibidirler. 216.Dr.Hüseyin Batuhan Batıda Tolerans Fikrinin Gelişmesi. S.123-126 İ.. 313’te Roma diğer dinlere tanıdığı özgürlüğü Hıristiyanlığa da tanıdı. Hıristiyanlar Roma’ya baş kaldırdı. İmparator Constantinus’un Hıristiyanlar yatıştırmak amacıyla Hıristiyan olması da Hıristiyanları yatıştırmaya yetmeyince Gratianus’un 380’de çıkardığı Selanik Fermanıyla “din ve inanç özgürlüğü şampiyonu” Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini oldu. S.180 c.öz. Kilise bir taraftan da Kiliseye aykırı görüş savunanları aforoz ederek dışlıyordu. Roma’da yönetime hakim olunca Hıristiyanlık dışındaki dinlere ağır baskıya başladılar. Hıristiyanlıktan ayrılmış bir mezhep olan Maniciliği yasa dışı tanımlayıp 387’de çıkardıkları yasa ile Manicileri yakılmak suretiyle ölüme a-mahkum ettiler. 182.c.öz.
Humeyni yönetimi ele geçirip Şahı kovduktan sonra Ekim 1985’teki konuşmasında “Muhalefet günahtır” diyerek düşünce özgürlüğüne bir çırpıda son vermişti. 183
Hıristiyanlar da bir devlette tek din ilkesini yasalaştırdılar. Hıristiyanlık dışındaki tüm din ve inançlar yasaklandı. Tek hukuklu bir düzen kurdular. Eski Yunan dininin tapınaklarını kiliseye çevirdiler. Eski Yunan dinini hatırlatıyor diye Platon akademisini ve Atina okullarını kapattılar. Olimpiyat oyunları da eski yunan dinini yaşattığı gerekçesiyle yasaklandı. 185. 4byüzyılın sonuna kadar Roma’da Hıristiyan olmayan, aykırı inançlılar sürgün, hapis, mal mülk haczi, şerefini yitirme (infamia) gibi cezalara çarptırılıyorlardı.
Hıristiyan olmayanlar, yurttaşlığın dini görevlerini yerine getirmediklerinden ötürü vatana hıyanet suçuyla cezalandırıldılar. “Kilise dışında kurtuluş yoktur” prensibini savundular. Engizisyonu başlattılar. Engizisyon’un başlangıcı:
Hıristiyanlığa aykırı olan düşünce ve inançları savunan kimselerin kovuşturulup sorgulanarak öldürülmesi 387’de Manicilerin yakılmak suretiyle öldürülmesi buyruğuyla başlar. 12. yy. dan başlar iddiası yanlıştır. S.190 Engisizyon, 387’den 1493 yılına kadar tam 1100 yıl sürmüştür. Hıristiyan yönetimi 1100 yıl boyunca, Kilisenin onaylamadığı tüm insanları, işkenceyle, ateşlerde yakarak, kazıklara çakarak, linç ettirerek, boğdurarak öldürmüştür.
ORTODOKS HIRİSTİYANLIK ESKİ YUNAN BİLİMİNİ YASAKLADI
Hıristiyanlık Roma’da devlet dini olduktan sonra Aristo, Eflatun eserlerini değil yalnızca Papazların yazdıkları okutuluyordu. Müslüman Araplar 800 lü yıllarda bu düşünürlerin eserlerini açıklamalarla genişletip, katkılarla geliştirirken Sicilya’da Müslümanlardan öğrendiği Aristo ve Eflatun’u Bizans’ta öğretmeğe çalışan İoannes İtalos’un başı derde giriyordu. Tüm İstanbul Halkı impaatoruun kışkırtmasıyla İtalos’u linç etmek için Ayosfya’nın kapısına dayandı. Tavan arasında bir deliğe saklanarak kurtulabildi. İmparator İtalos’a tanıtımını yaptığı on öneriyi lanetlemesini istedi. Kabul ettiremeyince Kilise tarafından kafir, dinsiz diye damgalanıp lanetlendi ve aforoz edildi. S.194 Özgürlük diye diye yönetimi ele geçiren Hıristiyan Ortodokslar böyle davrandığı için bilim ve düşünce gelişmedi.
BOGOMİL İNANCI
Herkesin aklını etkileyen NİLOS farklı bir düşünce ortaya atıyor diye kilise mahkemesi kararıyla lanetlendi. Kilisenin sapıklık kabul ettiği, Bogomil dinsizliğini yaydığı gerekçesiyle Diblitos zindana atıldı, işkence uygulandı. İmparator, ütün kilise danışma kurulunu toplamış, ordunun da tümü oraya çağrılmıştı. Kilisenin kutsal kurulu dahi oradaydı. Sanık Baseilos suçlamaların hiç birine karşı inkarda bulunmadı ve saldırıya geçti; kendisinin ateşte yakılmayı, kamçılanmayı ve bin türlü öldürülme çeşidinin tümünü göze almış olduğunu söyledi. İmparator Baseilos’un 12 çömezini buldurup ateşte yakılmaya mahkum etti.
Ertesi gün İmparator Alexios, tahtına oturdu. Orada Kilise danışma kurulu üyelerinden ve Kutsal Kilise Kurul üyelerinden bir çoğu, yüksek rütbeli din adamları da vardı. Bogomil inancında olmakla suçlananların hepsi orta yerde bir araya toplandılar. İmparator tehdit edici bakışla onlara bakarak şöyle dedi: “Bu gün iki odun ateşi yakılsın. Bunlardan birinin yanına büyük bir haç dikilsin; sonra sizin tümünüze bir seçenek verilecek. Haydi gidip her birinizi dilediği yere doğru ilerlesin. Ortodoks olanlar üzerinde haç bulunan odun yığınına doğru gittiler, rezil sapkınlıklarına bağlı dinsizler ötekine yöneldiler. Baseilos’a gelince gerçekten o kaskatı bir sapıkbaşı olduğu için Hipodromosta (Sultanahmet Meydanı) çok büyük bir odun ateşi hazırlattı. Diğer yanına bir haç dikilmişti. Ateşten korkup da duygularını değiştirecek olursa haçın yanına gidecek ve böylece yakılmaktan kurtulacaktı. Onun çelik ruhunu ne ateş korkusu yumuşatabilmişti ne de imparatorun ona ilettiği kınamalar.. Ağzı açık bir ateşe bir seyircilere bakıyordu. Cellatlar Baseilos’u yakaladıkları gibi harlı ateşin ortasına attılar. Ateş onu çabucak yok ediverdi. Yalnız alevin ortasında incecik bir duman çizgisi göründü. S.197. Diğerleri bir zindana kondular ve orada uzun süre çürüyüp giderek dinsizlikleriyle (kendi dinleriyle) öldüler. İmparatorun uzun emeklerini taçlandıran son işi böyleydi. C.Öz.S.198 Anna Komnena – impataror Alexios 1.Komnenos’un kızı. Alexiad s.478.
işte böyle. Bir yanda dev bir odun ateşi, bir yanda haç. Hıristiyan olmayanlara iki seçenek sunuluyor. Ya odun ateşinde diri diri yanacaksın ya da Haç’ın altına gidip Hıristiyan olacaksın.Başka yolu yok. İşte 300lü yıllarda İnanç özgürlüğü isteriz diye ayaklanarak devleti ele geçiren Hıristiyanların , Hıristiyanlık dışı inançtakilere karşı tutumu buydu. Hıristiyan sanatı, Bogomil, Mani, Charta vb. inançlara karşı Extra ecclesiam nulla salus” Kilise dışında kurtuluş yoktur, ya yanarak öleceksiniz ya Hıristiyan olup kurtulacaksınız uygulamasını anıtlaştıran resimler yapmıştır. S.199
Haçlı Seferleri, Hıristiyanların Tanrı, İsa ve İncil kullanılarak nasıl yağma ve talana yönlendirildiğinin açık kanıtıdır. 1092-1291 yılları arasında çok sayıda haçlı seferi düzenlenmiştir. Papa 3.İnnocent, Haçlı ordusunu Fransa’da Beziersteki Albigeos adıyla yayılan bir Hıristiyan mezhebinin yandaşlarına saldırttı. Öldürülen Albiegos ne kadar çoksa Haçlılar o kadar çok sevap işlemiş sayılacaklardı. Haçlılar, kadın erkek çocuk ayırmayıp kimsenin durumuna ve yaşına bakmadan 20 bin Albiegos üyesi Hıristiyanı öldürdüler ve mallarını yağma ettiler. C.Öz. 203. Raşit erer. Türklere karşı haçlı seferleri . S.67 Ahmet Halit kitabevi İst.1948 Katolik Haçlılar, Hıristiyanlık içindeki mezhep ayrılıklarını kan dökerek ortadan kaldırmayı ve tüm Hıristiyanları Katolik yapmayı amaçlıyorlardı.
1204 Katolikler Bizans’ta Ortodoksları doğruyor..
Papa3.İnnocent bir konsül toplayarak Katoliklik dışındaki tüm Hıristiyan mezheplerini ve Yahudiliği sapıklıkla damgalayıp ağır cezalar koydu. Kudüs’e diye yola çıkardığı Haçlı ordusunu Ortodoks Bizans üzerine sürdü. Haçlılar 1204 yılında İstanbul’a gelince Kadıköy ve İmparatorun sarayını yağmaladı. Birkaç gün sonra İstanbul’a girip 25 kule aldılar ve şehre girdiler. Tutunamayınca çevreyi ateşe verip çekildiler. Bizans halkı Katolik Papalığa bağlanmayı reddetti. Bunun üzerine mallarına ve mücevherlerine e konuldu. Çaresiz Bizanslılar Haçlı subaylarının ayaklarına kapanıp kendilerinin de Hıristiyan olduklarını anlatmak için istavroz çıkartıp yumuşatmaya çalışıyorlardı. Halkı soyduktan sonra azizlerin kabirlerini de parçalayıp açtılar ve soydular. Eduard Gibon / Hisoirede la Decadane- Aktaran Raşit Erer.age.s.71.74 Bizanslı Tarihçi Khoniates Niketas “Haçlıların Aya Sofya Kilisesine girip bir orospuyu Ortodoks Patriğine özel oyan kürsüye oturttuklarını, ayinler sırasında kullanılan kaplara şarap doldurup içtiklerini, o orospunun söylediği şarkılar eşliğinde dans ettiklerini” yazar. C.ö.208.Kont Bruno Daru. Age. Raşit Erer. age. s.71. 74 Bizans’ta Katolik haçlıların egemenlik sürdükleri 57 yıl boyunca Ortodoksluk yasaklanmış, kente 18 Katolik patriği atanmıştır. Tarihçi Dukas’ın yazdığına göre, Bizans’ın önde gelenlerinden biri olan Grandük Notaras’ın : “Ayasofya’da bir kardinal (Katolik) şapkası görmektense Bir Türk Sarığı görmeyi yeğlerim” demiştir.
Hıristiyanlıkta Gericilik Ve Batının bu günkü ileriliği:
Kimi yazarların yaptığı gibi, Avrupa’nın ve Amerika’nın bu günkü göz kamaştırıcı ileriliğine bakıp, bunu Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bir ürünü imiş görmek ve göstermek doğru değildir. Avrupa yakın zamana kadar kilisenin tahakkümü altında inleyen geri kalmış toplumların yaşadığı bir yerdi.
Kilise Bilimlere ve bilginlere azgınca saldırıyor:212
Ünlü BaşpiskoposJames Usser 20 Haziran 1624’ de Dünyanın İsa’dan önce 4004 yılında 23 Ekim Pazar günü saat 09.00 da yaratıldığını, bunun kilise tarafından onaylandığı, Kralın huzurunda ilan ediyor. Kitabı 131’de yayınlanıyor. Wyclif ise(1329-1384) fosillere ve yer bilime dayanarak dünyanın birkaç yüzbin önce yaratıldığına dair deliller ortaya koymuştu. Wycliff ayrıca Latinceden başka dillere çevrilmesi yasaklanan İncil’i İngilizceye çevirmişti. İki suçtan Kilise tarafından vurulan Dinden çıkmış sapkın damgasıyla öldü. Katolik Kilisesi 1401’de Parlamento’dan, sapkınların yakılması kararını çıkarttı. Wiycliff’in görüşlerini savunan John Huss, Constance konsülünün kararıyla 1415’de odun ateşinde yakılarak öldürüldü. Aynı konsül ölümünden 45 yıl geçmiş olan Wycliff’i de yeniden yargılayıp odun ateşinde yakılarak ölüme mahkûm etti. Wycliff’in Kiliseye ters düşen “Dünya İncil ve Tevrat’ta yazılı olduğu gibi beş bin yaşında değildir. Dünyada hayat yüz binlerce yıl önce başlamıştır” diye ifade etmesi de bu kararda etkili olduğu belirtilmekte. Ve Kilise nasıl yakılacağının ayrıntılarını açıkladı:
Wycliff’in mezarı açılacak.
Kemikleri mezarın dışına çıkarılacak.
Bir tabuta konulacak.
Swift ırmağının kenarına getirilecek.
Orada odunlar yakılacak,
Wycliff’in kemikleri odun ateşine atılacak.
Wycliff’in kitapları da yakılacak.
Külleri Swift ırmağına savrulacak. Ve aynen böyle yapıldı.s.217
KİLİSENİN SABIKALARI BİR İKİ DEĞİL:
Roger Bacon (1214 – 1294) İngiliz bilim insanı ve filozof
“Deneysel bilim” yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının bir temsilcisi olarak kabul edilir. İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde durdu. Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin hakikate ulaşmayı engellediğini belirtti. İbnî Heysem, Er Razi, İbnî Sîna ve İbnî Rüşt’ün eserlerini inceleyip yorumladı. Bu bilginlerin görüşlerini yaymağa çalıştığı için hapse atıldı. 17 yılını geçirdiği hapishanede öldü.
Özgür fikirleri yüzünden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartışmalar yaşadığı için 14 yıl hapis yattı. Hıristiyan olmayanlardan (özellikle Araplardan) birçok şey öğrenilebileceğini söyledi. Ona göre İbn-i Sina Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftu.
Giordino Bruno (1548-1600) da yakıldı. Kilise Dünya evrenin merkezidir diyordu. Bruno evrenin merkezi diye birşeyin olamaycağını, olsa olsa güneş sisteminin merkezi olabileceğini savndu. Kilise Brrunoya yargılandı. Görüşlerinden vazgeçmeyince dinsiz olarak damgalandı ve yakılarak öldürülmesine karar verildi. 1600 yılında Roma’DA Çiçekler meydanında yakıldı. S.230
Kilise Galile kavgası:
Galileo Galilei (1564-1642) Bilim_Hıristiyanlık çatışmasınınçarpıcı örneği. Teleskopla gökyüzü incelenmeye başlayınca kilise tedirgin oldu. Galile,gökyüzünü, ayı, yıldızları, güneşi teleskopla inceledi. Dünyanın küre biçiminde olduğu, kendi ekseni etrafında döndüğünü tespiti ve bunları yazılarına yansıtması, Kilisenin dünyanın tepsi gibi düz olduğu, güneşin dünyanın etrafında döndüğü görüşünü geçersiz kılıyordu.
1616’da Papa 5. Paul galile’nin eserlerini inceletip dünya dönüyor fikrinden vazgeçmesini istedi. Galile, 1632’de yayınladığı “İki evren düzeni üzerine diyalog” kitabı kilisenin “Dünyanın düz ve hareketsizliği” görüşüne uymadığı için yargılandı, 70 yaşında olmasına rağmen sürgün edildi.
Oysa Kopernik yüz yıl önce 1530 yılında tamamladığı “De Revolution” adlı çalışmasıyla dünyanın kendi ekseni çevresinde döndüğünü, bu dönüşü bir günde tamamladığını söyleyerek Kilisenin bütün öğretilerini alt üst emişti. Protestanlığın kurucusu Martin Lüther de Kopernik’e karşı çıkarak şöyle dedi: “Bu budala astronomi bilimini alt üst etme sevdasında. Kutsal kitap arzın değil, güneşin döndüğünü bize bildirmiştir. Bir yeni yetme astroloğa halk kulak versin olacak iş mi?” s.235
Dünya yuvarlak olsaydı:
Dünyanın küre gibi yuvarlak olduğu, dünyanın öbür tarafında da canlıların bulunduğu görüşüne şiddetle saldıran Hıristiyan Tanrıbilimciler (? İlahiyatçılar) şu soruyu soruyorlar: “Ürünlerin ve ağaçların aşağı doğru büyüyeceğine… yağmurların ve karın yukarı doğru yağacağına inanacak kadar kafasız bir insan olabilir mi? S.237 Yeryüzü tepsisinin alt yüzünde bir şey olamaz, çünkü öyle olsaydı İSA oraya da gitmek ve bir kez de oradakiler için acı çekmek zorunda kalırdı. Ayrıca cennetin bir eşinin de orada olması gerekirdi. Bu kesinlikle yanlıştır.
Dünya düzdür inancı 19. Yüzyıla kadar hem Katoliklerin hem Protestanların değişmez inancı olmuştur. Nihayet 1822’de “güneşin sabit, dünyanın ise güreşin etrafında dönüyor olduğunu yazmak ve yayımlamak Roma tarafından serbest bırakılmıştır. Bu dünyanın yuvarlaklığının kabulü anlamına gelmiyor sadece karşıt görüşün yazılmasına konulan yasağın kalktığını ifade ediyordu. 1838’de Friedrich Bessel yıldız paralaksını ispatladığında kilisenin direnci kırıldı. İnsanoğlu aya gitti. Dünyanın uzaydan çekilmiş görüntüleri yayınlandı. Nihayet 10 Kasım 1979’da Papa 2.Jean Paul, Galile olayının yeniden araştırılmasını istedi. 1981’de Vatikan’da bir araştırma kurulu oluşturuldu. Bu kurul 1982 Galile’nin haklı olabileceğini, 1992’de de suçsuz olduğunu açıklandı.
Kilise dünyanın küresel olup güneşin çevresinde döndüğünü onaylamak için 1992’ye kadar direnebilme inadını göstermiş yeryüzünün en gerici kurumdur. C.özakıncı s.244
Aşı yaptırmak Tanrıyı kızdırıyordu:
Çiçek hastalığı, kolera gibi bulaşıcı hastalıklar kilisece ilahi takdir sayıldığı için buna karşı aşı yaptıranlar şiddetle kınanıyordu. Tanrının verdiği bir cezayı aşıyla etkisiz kılmağa çalışmak Tanrıyı daha kızdırırdı. Kilisenin söylediklerine inanan Hıristiyanlar, çiçek hastalarına aşı uygulayan Dr. Boylston’un evine el bombası attılar. Aşıyı savunanlar dinsiz, kâfir diye damgalandılar. Ama gerçekler kilisenin iddiasına kulak asmıyor. Aşılananlar yaşıyor, aşılanmayanlar ölüyordu. Nihayet kilise aşıyı kabul etmek zorunda kaldı. Oysa Çin’de Türkistan’da, Afrika’da, Hindistan’da çiçek aşısı neredeyse bin yıldır kullanılıyordu.
Batılılar, Çiçek aşısını 1716’da İstanbul’a gelen İngiliz elçinin karsı Lady Montagu vasıtasıyla Türklerden aldılar. Türkler bu aşının Avrupa’ya geçmesinde köprü vazifesi gördü. Çiçek salgınlarını kasıp kavurduğu Hıristiyan batı Türkiye’deki Çiçek aşısı uygulaması hakkında, Lady Montagu’nun 1761’de ölümünden sonra yayınlanıp İngilizce’ den diğer Batı dillerine de çevrilen “Şark Mektupları”ndan haberdar oldu.
ÖLÜLERE OTOPSİ ŞENLİĞİ
Aziz Augustine anatomi bilginlerini kasap olarak tanımladı ve otopsiyi açıkça kınadı. Bir ölünün parçalanmasının bütün ölülerin diriltildiği gün dehşete yol açacağını öne sürdü. “Kilise kan dökülmesinden nefret eder. Bu sebeple otopsi yapılmasına karşıdır” diye açıkladılar. Muhalifleri, cadı dediği kadınları, büyücüleri yüzyıllar boyunca keyifle yakan Kilise kan dökülmesine karşı olduğunu söyleyebilecek kadar rahat. .c. Özakıncı 248
Kuyruklu Yıldız cezadır yorumu:
Ortaçağ kilisesi Kuyruklu yıldızların kızgın Tanrı’nın günahkâr dünyaya fırlattığı ateş topları olduğunu yayıyordu. Tanrı’dan gelen böylesi uyarılara aval aval bakan kişileri kınıyor ve onları “ahır kapısında bön bön bakan danalara” benzetiyorlardı. Newton ve Keppler’in teorilerini kullanan Halley, özellikle “tehlikeli” bir kuyruklu yıldızın yolunu gözlemledi ve tamı tamına 76 yıl sonra geri döneceği öngörüsünde bulunarak dakikası dakikasına hesapladı. Bu inanılmaz bir şeydi. Halley çoktan ölmüş olduğu halde Kuyruklu yıldız onun belirttiği yıl ve saatte geri döndü. Ve kilise bir kere daha bilim karşısında yenildi.
Fırtına da iblisin işidir:
Kilise fırtınanın da şeytani kökenli olduğunu söylüyor ve çeşitli şeytan kovma araçları kullanıyordu. En etkilisi Papa 13.Gregory’ninkilerdi. İlk dönemlerde çeşitli dinsel şarkılarla ve fırtınalı gülerde kilise çanlarının çalınmasıyla sınırlı iken 15.yüzyılda kasırga, dolu, don, sel gibi olayların gerçekleşmesinde bazı kadınların şeytani yardım sağladıkları yönünde genel bir inanç ortaya çıktı. 7 Aralık 1484’te Papa 8. İnnocent İncil’deki “büyücüleri yaşamasına izin vermeyeceksin” buyruğundan esinlenerek bir papalık emri yayınladı. Almanya’daki din adamlarını, kötü hava şartlarına yol açmak suretiyle bağları, bahçeleri, çayırları ve büyüyen ürünleri kırana uğratan sihirbaz ve büyücüleri tespit etmeleri konusunda uyardı. Bu emir üzerine binlerce kadın fırtınadan, dondan, selden sorumlu tutulup işkence edilerek öldürüldü. C.Öz.253
Kilise paratonere (yıldırım savar) de karşı:
Kilise öğretisine göre yıldırımın şu beş günahın sonucudur: Pişman olmamak, şüphecilik, kiliselerin onarımını ihmal etmek, din adamlarına ödenen aşar vergisinde hile yapmak ve astlarına kötü davranmak. Göreve gelen her Papa Tanrının parmağı dediği bu ilahi takdir aracını coşkuyla savundu. Benjamin Franklin 1752 yılında ünlü uçurtmasını gök gürültülü, yağmurla karışık fırtınalı bir günde uçururken, yıldırımın elektrikten başka bir şey olmadığını keşfetti. Bunu en şiddetli yıldırımdan bile kesin koruma sağlayan yıldırım çubuğu paratoner’in bulunuşu izledi. Kilise bu buluşu onaylamadığı gibi kullanımı yaygınlaşınca paratonere karşı bir de kampanya başlattı. 1755’te Massachusetts’de meydana gelen depremin sorumluluğu Franklin’in çubuklarının yaygın biçimde kullanımına yüklendi. Vaizler de paratoner kullanarak yıldırımdan kurtulmaya çalışanlara ateş püskürdü. Fakat yıldırımlar Papaları dinlemiyor, kiliseleri yerle bir ediyordu. 1750-1783 döneminde Almanya’da yıldırımdan 400 kilise kulesi hasar gördü, 120 çancı hayatını kaybetti. Bir genelev upuzun çubuğuyla en kötü fırtınalarda bile ayakta kalmıştı. Kilise yüzyılın sonunda istemeye istemeye paratonere onay verdi. 255.
ÇELİŞKİNİN BÖYLESİ:
Bütün bunlara rağmen Avrupa ve Amerika’nın bugünkü üstünlüğünü Yahudi-Hıristiyan inancına bağlı olmalarından, bizim geri kalmışlığımızı da İslâm inancından göstermeğe çalışan yazarlar var. Bunlardan biri olan Yahudi asıllı Erich Fromm, dinleri otoriter ve hümanist diye ikiye ayırıyor. Otoriter din olarak Müslümanlığı, hümanist din diye de Yahudilik, Hıristiyanlık ve Budacılığı gösteriyor. Sayısız örnekle ortadadır ki, Yahudi-Hıristiyanlık ilericidir, Müslümanlık gericidir yargısı bilime ve akla uygun değildir. Kilise ve Havranın bin yılı aşkın bir süre bilimsel gelişmenin önünü nasıl tıkadıkları gerçeğini unutturmaya çalışan boş bir çabadır.
Aziz Lactanitus ve Paulus’a göre kilisenin büyük ışığı Aziz Augistinus, Ptolemus7un dünyanın küre biçiminde olduğu öğretisiyle alay edip, dünyanın zdüz bir plaka eklinde olduğunu, güneşin, ayın ve yıldızların göğün kemerine sabit bir biçimde yerleştirilmiş bulunduğunu söylemişlerdi.Kopernik, Galile ve Newton’un öğretileri de şeytanın işi sayılmıştı. C.Ö. 260
İslâm kültür çağı olmasaydı, o upuzun ortaçağ manevi zihinsel alanda korkunç bir çoraklığın içinde debelenir, kilisenin barbarlığı yüzyıllarca daha sürerdi. İlerleme, var olan en ileri bilimsel bilgilere ulaşılabilen toplumlarda gerçekleşir. Dinler ilerlemede yardımcı olabildikleri gibi, gerilemede de bir araç olarak kullanılabiliyor. 261
Papazlar Matbaaya da karşı:
İngiltere Kralının ünlü baş papazı Cardinal Wolsey (1471-1530) Papaya yazdığı mektubunda şöye diyor: “Matbaanın icadıyla kitap yayınlarının arttığı, eğitim öğretimin geliştiği doğru, fakat kilisenin yerleştirdiği iman ve akideler konusunda düşünmeğe ve sorular sormaya başladılar. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve kendi anladıkları dilde ibadet ediyorlar. Bu mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur. Din esaslarının din adamları dışında hiç kimse tarafından bilinmemesi şart olmalıdır. C.Ö.257