Din ve Devlet İlişkileri

Din ve Devlet İlişkileri

Din ve Devlet İlişkileri

Din ve Devlet ilişkileri / Teokrasi ve laiklik Doç.Dr. Abdülaziz Bayındır. İ.ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi . Erzurum 1951.
1999 Süleymaniye Vakfı Yayını. 0212. 5130093 Şifahane sk. 20 Süleymaniye-EMİNÖNÜ

Devletin Dini: Devlet bir kurumdur. Kurumların dini olmaz. İnsanların dini olur. Devlet namaz kılmaz, oruç tutmaz ve ahiretle ilgili bir endişe taşımaz. Devlet gibi diğer kurum ve kuruluşların da dini olmaz. S.13
İslam inançlara baskı yapılmasını kabul etmez.
Dinde zorlama olmaz; artık doğru ile eğri iyice ayrılmıştır. Müslümanlar kimseyi Müslüman olmaya ve Müslüman gibi davranmaya zorlayamazlar; tam tersine herkese inandığı gibi yaşama imkânı verirler. Bu böyle olduğu için Müslümanların devleti din devleti, teokratik devlet olmaz. Onlar insanı Allah adına değil, kendi adlarına yönetirler. İyi yöneten sevap kazanır. Kötü yöneten ise onun sorumluluğunu üstlenir.
..Bir de Kur’an’ı kendilerine uyduranlar vardır. Bunlar hem diledikleri gibi yaşamak hem de Müslüman sayılmak isterler. S.14
Din konusunda kim konuşursa konuşsun kendi adına konuşur.
Din devleti demek doğru olmadığı gibi dinsiz devlet demek de doğru değildir. Dindarlık veya dinsizlik insanla ilgilidir.
Din ile ilgili olarak Müslümanı bağlayan şeyler, Kur’an ayetleri, sahih hadisler ve icma ile belirlenmiş şeylerdir.
Rabbin isteseydi yeryüzünde yaşayanların hepsi inanırdı.. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın. Yunus 10/99

Devletin vatandaşıyla ilişkisi dini veya ideolojik boyutta değil, adalet boyutunda olmalıdır. 16
Devlet güneş gibi olmalıdır. Güneş nasıl Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, zengin, fakir ve ırk ayrımı yapmadan herkese aynı mesafede ise devlet de vatandaşlarına karşı aynı mesafede durmalıdır.
Güneş nasıl herkesi ısıtıyorsa devlet de herkesi öyle ısıtmalı, kimisini yakıp kimisini dondurmamalı.
İslam’da ruhban sınıfı da bulunmaz.
Bunlar Kur’an üzerinde akıl yormazlar mı? Yoksa kalpler üzerinde kilitler mi vardır? Muhammed 47/24 Ant olsun ki biz Kur’an’ı üzerinde düşünülsün diye kolaylaştırdık ama hani düşünen? (Kamer 54/17 22,32,40) s.29
Bu Kur’an, gerçekten en doğruya en sağlama ulaştırır. İsra 17/9 Fakat o anlamak için değil de sadece sevap olsun diye okunursa onunla bir yere ulaşılmaz. Böyle bir şey tıpkı kaliteli bir balın, sırf görüntüsü ve kokusu ile yetinmeye benzer. Yenmeyen balın vücuda ne faydası olur?
Geleneksel kültür kalıpları ile hurafeler iç içe geçmiş, halkı hurafeler sarmıştır.
Kur’an’a yönelen Batıcılar, dindarlardan bir kısmının yaşadığı dinin hurafelerle dolu olduğunu görmüşler ve böyle din anlayışı ve uygulamasından uzak oldukları için kendilerini şanslı saymışlardır. Bu durum böyle dindarları fena halde sarsmıştır. Onlar kendilerini savunmak için Kur’an’a yönelince yapılan tenkitlerin doğru olduğunu görmüşlerdir. S.31
TARİKATLAR
Kur’an okumada asıl maksat onu okumuş olmak değil, onu anlamak, düşünmek ve ona göre davranmaktır. İbni Mes’ûd şöyle dedi: Kur’an ona uyulsun diye indirildi ama insanlar onu okumayı ibadet saydılar. S.37

Tarikatlar, Hz. Peygamberin yolunda gitseler, Kur’an’ı anlamaya yönelik sohbetler yapsalar bu maksatla eğitim öğretim ortamları meydana getirselerdi çok iyi olurdu. Okudukları Kur’anlar akıllarına değil, kulaklarına ve gönüllerine hitabetti. Mana unutuldu, onun sözleri ve musikisiyle yetinildi. Böylece Kur’an sohbetin süsü haline geldi. Bu durum hurafelere ortam hazırladı. Tarikat şeyhi tıpkı Hıristiyan azizi gibi ruhani lider sayıldı. Ruhani âlemle bağlantısının olduğuna inanıldı. 38
Dostun dosta nazı geçer denilerek, Allah’ın bunların nazını çekeceği kabul edildi. Onların olağan dışı yollarla insanlara yardım edeceğine inanıldı. Tarikata girmek el alma şeklinde bir törene bağlandı. Bundan önce adayın o tarikattan nasibi olup olmadığını belirlemek için rüya görmesi ve bu rüyayı şeyhe anlatması şartı getirildi. S.38

Birçok mürit Allah’ın verdiği himmetleri şeyhinin himmetiyle elde ettiğini söylemeye başladı. 39, Onlara bir çeşit vahiy geldiğine, gayb’ı bilebildiklerine inanıldı. Bunu kabul ettirebilmek için şeyhin keramet göstermesi ihtiyaç haline geldi. Sonra her mürit şeyhine ait bir keramet yakalamak için seferber oldu. Küçük bir tesadüf büyük abartılarla keramet olarak anlatılmaya başlandı. İlm-i ledün ve ilm-i batın diye bir ilim uydurularak onların böyle bir ilme sahip oldukları kabul edildi. (Hızır aleyhisselama) Allah’ın lütfunu, istismar eden şeyhler şeytanın elinde bir oyuncak haline geldi. İslâm âleminin Allah’ın gazabına uğrayıp dünya sahnesinde gerilere çekilmiş olmasında asıl sebep bunlardır. 200 yıl kadar önce Nakşibendi tarikatının Halidiye kolunda şeyhe rabıta adı altında yeni bir ibadet türü ortaya kondu. (Rabıta’yı şeyhin suretinin mürşidin iki gözünün arasında tasavvur edilerek müridin şeyhe karşı kendisini son derece alçalıp ona yalvarması ve onu Allah ile kendi arasında vesile kılması şeklinde tarif eden ve tarikata böyle bir rabıtayı sokan Halit Bağdadî’dir. S.40
Kur’andan birkaç ayetin manası tahrif edilerek bu saçmalıklar Kur’an’a tasdik ettirilmek istendi. Üzücü olan insanların bunları daha iyi Müslüman olma arzusuyla yapmalarıdır. Az veya çok hurafelere karışmamış tarikat yoktur.
Müslümanların Kur’an’la ilişkileri manasını anlamadan okuma ve güzel sesli hafızların ağzından dinleme boyutuna indirildiği için tarikat şeyhlerini böyle bir konuma getirmek zor olmamıştır.
ÖRNEK:
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır. Zahit Kotku Tasavvufi Ahlâk. C.2.s.5 2. Paragrafı)
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olunmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir.
Mürîde lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir. Kotku Tasavvufi Ahlâk c.2 s.246. paragraf -5
Tarikatlar insanı sönükleştirmekte, kendine olan güveni ortadan kaldırmakta ve onu kişiliksiz hale getirmektedir. Türkiye’de tekke ve zaviyeler resmen kapalıdır ama fiilen çok tarikat vardır. S.42
İnsanlar inancını doğru öğrenememişse boşluğu hurafelerle doldurur. Bir Müslüman öncelikle hurafelerden uzak bir inanca sahip olmalı. Bunun en güvenli yolu, inancını Kur’an’dan öğrenmesidir. S.43
Müslümanlığı doğru öğretmek için Kur’an meali okullarda ders olarak okutulmalıdır. Bu aynı zamanda hurafelere karşı güvenli ve etkin bir mücadele olur.s.44
Din istismarının adı ikiyüzlülük ve münafıklıktır. İkiyüzlü ile gerçek dindarı ayırmak zordur.
Her türlü dini görüntüye, laiklik adına karşı çıkan, dini eğitime darbe vurup insanları dinlerinden uzaklaştırmayı çağdaşlık sayanların, kendilerine duyulan tepkiyi azaltmak için arada bir dine saygılı olduklarını söylemeleri dindarlara alaya alındıkları duygusunu vermektedir. 58
Tam bir inanç hürriyeti tanıyan Allah şöyle buyuruyor:
“Sen öğüt ver! Esasen sen sadece bir öğütçüsün Sen onların tepesine dikilecek değilsin. Ğaşiye 88/21-22
Allah elçileri mucize gösterirler. Mucize onlara olağanüstü bir kişilik vermek için değil, Allah’ın elçisi olduklarını belgelemek içindir. Mucize, Allah’ın elçisinin görevlendirme belgesidir. 66

Kuran’da akıl kökünden türetilmiş olup aklı kullanma anlamındaki kelimeler 48 yerde geçer. Biri şöyle: “Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üstüne bırakır. Yunus 10/100 s.94

Bir kişi Hz. Muhammed’e sordu: Hangi cihad daha değerlidir?
Dedi ki, “Zalim sultanın yanında söylenen doğru söz:” Nesai Beya 37 (Bab ü tekelleme bi’l hakkı inde imamin cair.) 97
Tarikatlar:
Onlara göre şeyh, kul ile Allah arasında bir vasıta, Allah’ın kapılarından bir kapıdır. (Abdulgani en-Nablusi’nin bu konuda şöyle dediği nakledilir: “Bir kimse Allah yolunda kendisini teslim alan şeyhe teslim olursa, onun Allah’ın kapılarından bir kapı olduğuna inanması gerekir. Şeyhi bu mertebede görmek, mertebelerin en düşüğüdür. Şuna da inanmalıdır ki, şeyhten kendisine ne gelirse Allah’tan bilmeli, şeyhten bilmemelidir. Eğer hayır gelirse Allah’ın ona hidayeti, şer gelirse O’nun imtihanıdır. Şu halde tarikata girmiş bir kimsenin şeyhini Allah’ın kapısı bilmesi ilk basamaktır. S.106
Tarikata giriş el alma (bey’at) denen bir işlemle gerçekleşir, Böylece şeyh müridi Allah yolunda teslim almış sayılır. Kurtuluş için bir tarikata girmek şarttır. (Mehmet Zahit Kotku’nun konu ile ilgili ifadeleri şöyledir: Kalb-i huzuru ilahiye duhulden men eden sıfat-ı mazmumeden halas edecek bir şeyhi mürşit ittihaz etmek insan için vacibdir diye icma ve ittifak vakidir. Fena sıfatlardan kurtulmağa vesile olan bir şeyhi mürşid ittihaz etmeyen kimseler, Allah Tealaya ve Resul-zi şânına isyan etmiş olurlar. Zira hak bir tarika salik olmayan kimse mürşitsiz bu sıfatlardan kurtulamaz. (Kotku Tasavvufi ahlâk c.2 s.183)
Haklı dahi görünse müridin şeyhine itirazı haramdır. Kotku T. Ahlâk. C.2 s.5
Şeyh peygamberin vekili ve yanılmaz bir otoritedir. O müridin manevi babasıdır. (Kotku a.g.e. c.2 s.57
Bunlar açıkça Kur’an’a aykırı şeylerdir. Nasıl ki gerçek İncil’in dışında oluşan Kilise, teokrasinin kaynağı olmuşsa bizde de Kur’an’ın dışında oluşan tarikatlar teokratik düşünceye zemin hazırladılar. Tarikatlar tarafından asırlarca işlenen fikirler bu gün tarikat mensubu olmayan kişileri de sardı.
Tarikat saçmalığı Müslümanların Kur’an ışığında eğitilmesiyle ortadan kalkar. S.108
110.Cami ve teokrasi
Eskiden camide görevli ve imam bulunmazdı. Cemaatten biri ezan okur, ehliyetli biri de namaz kıldırırdı. Cuma namazı için, Hanefi mezhebi, o yerleşim yerinin en yetkili kişisinin ya da onun tayin edeceği kişinin kıldırmasını şart koşmuştur.
Hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. 110
Lâiklik, devletin bir dini kurumun hâkimiyetinde olmaması demektir. Hıristiyan âleminde lâiklik ve teokrasiye karşı mücadele, kiliseyi devletten uzaklaştırmakla başarılabilmiştir. Lâiklik mücadelesi dine karşı değil, kiliseye karşı verilmiştir.
Teokratik sistemde bir başka dinin mensubuna hayat hakkı tanınmazdı.
Bu sebeple hiçbir inanç insana zorla kabul ettirilemez. Dinin özü imandır. İmanın temeli de kalp ile tasdiktir. Kalp insanın iç dünyasındadır. İnsan burada alabildiğine hürdür. Bu sebeple hiçbir inanç insana zorla kabul ettirilemez. Din hürriyetinin teminatı Kur’an’dır.
Allah Teala şöyle buyurur:
“Rabbin isteseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? (Yunus 10/99)